Paylaşımı Faydalı Buldunuz mu?

  • Evet

    Oy: 198 100.0%
  • Hayır

    Oy: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    198

ErSan.Net 

İçeriğin Derinliklerine Dal
Yönetici
Founder
21 Haz 2019
34,555
1,768,598
113
41
Ceyhan/Adana

İtibar Puanı:

Öncelikle olaylara farklı bakış acılarından bakmakta istiyorum....
Özellikle kimsenin bakmadığı yerden...

Abrakadabra, nedir?
Abrakadabra büyü sırasında kullandıkları ve kimileri tarafından diğer dillere çevrilmeden kullanılan bir sihirli sözcükdür...
Aramice'de "Söylediğim gibi yaratacağım" dır ve Avra Kedabra ibaresinden geldiğidir. aramiceden geldiğini iddia edenler abhadda kedhabhra anlamını 'bu dünya gibi yok ol' manasında alındığını ve hastalıkların iyileştirilmesinde kullanıldığını söylerler.

Diğer bir görüşe göre sözcük, İbranice'de takdis, kutsama anlamına gelen ve lanet olarak da kullanılabilen ha-brachah ve öldürücü hastalık anlamına gelen dever ifadesinden gelmektedir ve körlüğe karşı kullanılan kabalistik bir şifa ifadesidir. Bazı bilginler bu köken konusunda şüpheci olmuşlar ve tüm antik dünyada şeytani güçlerin yok edilmesi fikrinin bulunduğu ve Abrakadabra'nın bu tip şeytanlardan birinin adı olduğunu öne sürmüşlerdir.

Bir başka bakış açısıyla sözcüğün Tanrı'yı ifade eden Gnostik Abraxas'dan geldiği yönündedir. Yine Suriye'deki bir tanrı ismi Aracalan'dan geldiğini söyleyenlerde vardır.

Hatta Harry Potter'ın ölümcül büyüsü affedilmez lanetlerin en korkuncu avada kedavra bu isimden gelmiştir.
Bu kelime yine Thelema'da Abrahadabra şeklinde büyü ifadesi olarak kullanılır.

Thelema'nın kurucusu Aleister Crowley dir... Gematria adlı denemesinde sözcüğü Kabalistik metotlar kullanarak kendisinin ortaya koyduğunu öne sürmüştür. Crowley'in 1901'de yayınladığı The Equinox'de sözcük geçmektedir.

Daha sonra Aleister crowley kimdir diye unutmazsam size ayrıntılı bir şekilde anlatmak isterim...Unutursam hatırlatın 🤓
Şimdi Abrakadabra yı size niye anlattım..

Jeff Bezosa bir bakalım isterseniz
1993'ün sonlarında Bezos bir çevrimiçi kitapçı kurmaya karar verdi. D. E. Shaw'daki işinden ayrıldı ve 5 Temmuz 1994'te garajında Amazon'u kurdu, iş planını New York City'den Seattle'a bir arazi sürüşü üzerine yazdıktan sonra. Bezos, Seattle'a yerleşmeden önce, vergi ödemekten kaçınmak için şirketini San Francisco yakınlarındaki bir Hindistan yerleşim yerinde kurmayı planladı. Bezos, başlangıçta yeni şirketine Cadabra adını verdi.

İşte burası önemli Cadabra?
ancak daha sonra adını Güney Amerika'daki Amazon Nehri'nden sonra Amazon olarak değiştirdi, bunun nedeni kısmen adın alfabenin başındaki A harfiyle başlamasıydı.. bizde inandık değil mi?

Peki Jeff Bezos niyet önemli dünyanın en zengin ikinci kişisi.. peki konumuzla ne alakası var?
Arkadaşlar başkadığım bu yazı dizimi takip ederseniz en sonunda puzzle nin büyük resmini göreceksiniz ve inanın okadar göz önünde yapılıyor ki herşey inanın bir şeyi saklamanın en güzel yöntemi onu göz önüne koymaktır!

Ve inanın bu dünyanın en zenginleri inanın okadar birbiriyle okadar benzerlikleri varki... sanki aklımızla dalga geçiyor sanki
Neyse... devam edeceğiz.

Şimdi Jeff Bezosla devam edelim isterseniz.
Size zengin veya tırnak içinde seçilmiş kişlierin okadar benzerlikleri varki... onları anlatıp konun düğümleneceği yere götüreceğim.
Aslında tesadüf diye bir şey olmadığına da inanırım bu arada neyse devam edelim.

Jeff Bezos, Jeffrey Preston Jorgensen, 12 Ocak 1964'te Albuquerque, New Mexico'da Jacklyn (evlilik öncesi soyadı Gise) ve Ted Jorgensen'in oğlu olarak dünyaya geldi. Doğduğu sırada annesi 17 yaşında bir lise öğrencisiydi ve babasının bir bisiklet dükkanı vardı.

Annesive babası boşandıktan sonra annesi Kübalı göçmen Miguel "Mike" Bezos ile Nisan 1968'de evlendi. Düğünden kısa bir süre sonra Mike, soyadı Bezos olarak değiştirilen dört yaşındaki Jorgensen'i evlat edindi.

Nedense arkadaşlar bu zenginlerin veya “seçilmişlerin “bir ortak özelliği evlat edinmeleri veya boşanmış ailelerin çocuklarına olduğudur.... Neden?

Peki bir ortak özellik yine ilk işlerini garajda başlamış olmaları... Nasıl mı? Devam edelim o zaman.

Jeff Bezos 5 Temmuz 1994'te garajında Amazon'u kurdu.

Burdaki ortak kelime Garaj.

Ayrıca bunların ortak özellikleri çok zeki olmaları?

Bezos sık sık bilimsel ilgi ve teknolojik yeterlilik sergiledi ve bir zamanlar küçük kardeşlerini odasından uzak tutmak için bir elektrikli alarm kurdu... insan kardeşlerini odasından uzak tutmak için niye alarm kursun ki? Saklamak istediği şey neydi? Dilerseniz öğrenim hayatına geri dönelim...

Lise birincisi, Ulusal Başarı Bursu ve 1982'de Gümüş Şövalye Ödülü sahibi oldu..
1986'da Princeton Üniversitesi'nden 4,2 not ortalaması ve elektrik mühendisliği ve bilgisayar bilimi dallarında Mühendislik dalında Lisans derecesi (B.S.E.) ile zirve cum laude mezun oldu.

Ne demiştik ortak özelliklerinden biriside öğrenimlerinde başarılı olmalı. Nasıl olabiliyor diye sorduğunuzu duyar gibiyim, şöyle bir örnek vereyim. 40 yaşında olduğunuzu düşünelim ve ilkokula başladığınızı düşünelim değil okul birincisi şehirde en başarılı öğrenci olacağınızı garanti veririm.

Al birini vur ötekini, konumuzun çok dışındalar ancak şöyle birşey söylemem gerekiyor. Bunlar teknoloji yokken teknolojiyi bulan insanlar olduğu için internet üzerinde yazılan tüm bilgileri kendileri oluşturuyor.

Yani garaj mevzusunu düşünürsen nasıl bir garaj olduğunu anlarsın. Reklam yalan söylemenin kurumsal hali olmuşken, bu basının bize yansıttığı bilgilere nasıl güvenebiliriz?

Aile yaşantılarının durumları olsun, gerek şirketi kurma aşamaları, hepsi basının uydurduğu yalanlar olarak karşımıza çıkarken, diğer açıdan bu yalanları kendilerinin yaptığı açıklamalarla yan yana getirdiğimiz de basınımızın doğru olduğunu, diğer açıdan içeriklerin oluşmasına sebep olanların ise büyük yalancı oldukları ortaya çıkıyor.

Apple.com 1987 yılında tescil edilmiş bir alan adı. Türkiye'de geçmişini göremediğiimiz sayılı web sitelerinden bir tanesi. Peki amazon,alexa,apple vb. kuruluşların yazdırdığı teknolojileri düşürsek ilmi nereden öğrendiler? Bu adamlarla babam aynı yaşta, babam 2 yıl önce facebook'a giriş yaptı, bunlar ne ayak? :haha: Babam çiftçi ben pç,. :deli1:

Doğuştan yazılımcımı doğdular?
PHP yazılım dilinin tarihine bakalım mı? Öncesinde HTML yani statik yönetilemeyen web siteleri varken, Sunucu tarafında çalışan ve HTML'e gömülebilen PHP, özellikle web uygulamaları geliştirme ve dinamik web sayfaları hazırlamak için kullanılır. PHP programlama dili, 1995 yılında Danimarkalı yazılımcı Rasmus Lerdorf tarafından geliştirilmiştir.

ASP 1996 yılında geliştirilmiştir ve bir programlama dilidir.

Programlama dillerinin tarihsel gelişimi, bilgisayarların donanımsal gelişimine paralel olarak gelişmiştir. Temel olarak tarihi 1800’lere dayanmaktadır. 1837 yılında İngiliz profesör Charles Babbage çok amaçlı kullanım için hesaplayıcı bir sıralama komut seti geliştirmiştir. Analytical Engine Order Code olarak açıkladığı bu sistemin çalışmalarını 1871 yılına kadar sürdürmüştür. Bazı sorunlardan dolayı çok yaygınlaşmamış olsa da ilk programlama dili olarak kabul ediliyor bu çalışma. 1946 yılında, hani şu çok popüler olan, adını sıkça duyduğumuz ilk elektronik dijital bilgisayarlardan olan ENIAC için geliştirilen “ENIAC Coding System” dili geliştirilmiştir. Bu dili daha sonra Eniac Short Code, 1947 de ARC Assembly, 1948 de Curry Notation System, 1949 da Brief Code ve C-10 dilleri takip etmiştir. 20. yüzyılın ortaları, modern programlama dillerinin temellerinin atıldığı yıllar olmuştur. 1951’de Regional Assembly Language, 1952 Autocode, 1954 Fortran, 1958 LISP ve Algol, 1959 Cobol, 1962 APL ve Simula, 1964 Basic ve PL/I dilleri geliştirilmiştir. Akabinde ise 1970’de Pascal, 1972’de C, Smalltalk ve Prolog, 1973 ML ve 1978’de SQL geliştiriliyor. 1980’lere dayandığımızda ise artık daha büyük sistemler için uygulamalar geliştirilebilecek programlama dillerinin geliştirilmiş olduğu yıllar oluyor. Nesne Yönetimli Programlama (Object Oriented Programming) gündemde geniş yer almıştır. 1983’te Ada ve C++, 1985’de Eiffel, 1987’de Perl ve 1989’da FL (Function Level) dili geliştirilmiştir. İnternet’in dünya çapında yaygınlaşması ile birlikte 1990’lı yıllar, internet ile bütünleşmiş, dil içine internetin de katıldığı ve kullanıldığı yıllar olarak anılıyor. 1990’da Haskell ve Python, 1991’de Java, 1993’de Ruby, 1995’de PHP ve Delphi, 2000’de ise C# geliştirilmiştir. Programlama dilleri zaman geçtikçe makine dilinden konuşma diline yakınlaşmıştır.

Yani diyeceğim şu bunlara bu ilim nereden geldi? ilk yazan kişi nasıl yazdı? Bunlar bu teknolojileri geliştirirken eğitimi kimden aldılar? Yani bu kadar saf bir dünyamıyız? Google'dan öğrendiğiniz bilgi kadar mıyız?

Bizim milletimiz milletin kocasıyla gerdeğe girmesiylemi ünlü ?
 
Son düzenleme:

ErSan.Net 

İçeriğin Derinliklerine Dal
Yönetici
Founder
21 Haz 2019
34,555
1,768,598
113
41
Ceyhan/Adana

İtibar Puanı:

Canan Yıldırım

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
30 Ara 2019
47
13,323
83
İstanbul

İtibar Puanı:

Mehdi (Arapça: المهدي‎), İslam'da ahir zamanda geleceğine ve İslam'ın dünya hakimiyetini gerçekleştireceğine inanılan kurtarıcı kişidir. ... İnanışa göre Mehdi, deccalin olduğu bir zamanda gelecek ve deccale karşı savaşacaktır. İsa Mesih gökten yeryüzüne inince onun yanında olup deccali yenmesine yardım edecektir.

  • اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
    ﴿٤٥﴾
﴾45﴿
Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.

Bu âyetten itibaren 62. âyete kadar Hz. Îsâ’nın dünyaya gelişi, özellikleri, görevi, kendisine tuzak kurulması ve yüce Allah’ın katına yükseltileceğinin bildirilmesi hakkında bilgi verilmekte, Resûlullah’tan bu hakikatleri inkâr edenleri karşılıklı lânetleşmeye çağırması istenmektedir. Bu konularda Kur’an-ı Kerîm’in başka sûrelerinde de açıklamalar bulunmaktadır. Ancak toplu bir bakış sağlamak üzere İnciller’de ve Kur’an’da Hz. Îsâ hakkında yer alan bilgilerin burada özetlenmesi yararlı olacaktır.

Hz. Îsâ Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da hem Îsâ hem de Mesîh olarak adlandırılmaktadır. Fakat Kur’an’ın ifadesiyle “Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur” (Nisâ 4/171). Hıristiyanlık’ta ise o, Tanrı’nın oğlu dolayısıyla Tanrı kabul edilmektedir.

Batı dillerinde Îsâ Mesîh’in karşılığı “Jesus Christ”tir. Îsâ karşılığında kullanılan Jesus isminin aslı, İbrânîce’de “Yahve kurtuluştur, Yahve kurtarır” mânasına gelen Yehôşûa’dır. Bunun kısaltılmış şekli olan Yeşûa kelimesi Grekçe’ye “Iesous”, oradan da Latince’ye “Iesus” biçiminde geçmiştir. Hıristiyan Araplar “Yesû‘” kelimesini kullanmaktadırlar. Îsâ kelimesinin Arapça olduğunu ileri sürenler olmuşsa da müslüman dilciler genellikle bu kelimenin İbrânîce veya Süryânîce’den geldiğini kabul etmektedir. Mesîh sıfatı karşılığında kullanılan Christ kelimesinin aslı ise Grekçe Christos’tur (Hristos). Arapça’daki “mesîh” kelimesinin kökeniyle ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür (bunlara aşağıda değinilecektir).

Kur’an-ı Kerîm Hz. Îsâ’nın doğum yeri ve doğum tarihi hakkında bilgi vermemektedir. Hıristiyan ilâhiyatında Îsâ’nın dünyevî hayatından çok ölümü, dirilmesi ve göğe yükselmesi önem taşıdığı için, sahih sayılan bugünkü İnciller’de dünyevî hayatı üzerinde fazla durulmamış, onun bu yönünü öne çıkaran, çocukluğu ve gençliği hakkında bilgi veren İnciller ise sahih kabul edilmemiştir. Mevcut İnciller’de onun Beytlehem’de dünyaya geldiği kaydedilmekle birlikte Nâsıralı olarak takdim edilmektedir (krş. Matta, 2/1, 13/54-57; Markos, 6/1-4; Luka, 2/4-11, 4/16, 24; Yuhanna, 1/45). Dolayısıyla bu ifadeler arasında çelişki bulunup bulunmadığı tartışılmıştır. Hz. Îsâ’nın doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber milâdî başlangıç olarak kullanılan tarihin yanlış olduğu kabul edilmektedir. Bazı tarihî bilgiler ışığında yapılan araştırmalar onun doğum tarihinin milâttan önce 5. yılın sonu veya 4. yılın başı olduğunu göstermektedir. Hz. Îsâ’nın doğduğu ay ve gün hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Batı kiliselerince Îsâ’nın doğum günü sayılan 25 Aralık ise milâttan sonra IV. yüzyılda uzun tartışmalar sonunda kabul edilmiş bir tarihtir ve esasen Îsâ’nın doğumuyla alâkalı değildir. 25 Aralık Roma İmparatorluğu’nda güneş ilâhı Mithra’nın bayramı olarak kutlanıyordu. IV. yüzyılda hıristiyanlar, Malaki kitabında yer alan “Fakat size, ismimden korkanlara, salâh güneşi kanatlarında şifa olarak doğacak” (4/2) ifadesini Hz. Îsâ olarak yorumlamışlar, güneş ilâhı Mithra’nın yerine “salâh güneşi Îsâ”yı koymuşlar ve bu günü “noel” olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan Doğu ve Ermeni kiliselerinde 6 Ocak Hz. Îsâ’nın doğum günü olarak kabul edilmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın İmrân ailesine mensup olduğu ve bu ailenin Allah tarafından seçilip üstün kılındığı belirtilmekte; Îsâ’nın annesi Meryem’in babasından İmrân ismiyle söz edilmektedir (bk. Âl-i İmrân 3/33-35). İnciller’de ise Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’in annesinden ve babasından söz edilmemekte, Zekeriyyâ’nın hanımı Elizabeth’in kız kardeşinin çocuğu olduğu belirtilmektedir. Meryem’in annesinin adı İslâmî kaynaklarda Hanne, hıristiyanî kaynaklarda Anna şeklinde geçer. Matta ve Luka İncilleri’nin Hz. Îsâ’nın şeceresini çelişkili biçimde verdiği görülmektedir (krş. Matta, 1/1-17; Luka, 3/23-38). Matta’nın verdiği soy kütüğü listesinde Hz. Dâvûd’dan Îsâ’ya kadar olan bölümde yirmi sekiz isim varken, Luka’nın verdiği listede bu sayı kırk birdir. Diğer taraftan şecerenin bu bölümüyle ilgili isimlerde de farklılıklar vardır. Üstelik Îsâ’nın babasız dünyaya geldiği kabul edildiği halde her iki liste Meryem’in nişanlısı Yûsuf’la son bulmaktadır. Birbiriyle çelişen bu iki listeyi uzlaştırmak için, Matta’daki listenin dülger Yûsuf’a, Luka’daki listenin ise Meryem’e ait olduğu ileri sürülmüştür; fakat bu te’vil çelişkiyi izah etmekten uzaktır.

Hz. Îsâ’nın dünyaya gelişiyle ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de ve İnciller’de verilen bilgiler arasında benzerlikler ve farklılıklar vardır. 35-44. âyetlerde açıklandığı üzere, Kur’an’a göre İsrâiloğulları’ndan İmrân’ın karısı hamile kalır ve doğacak çocuğunu Allah’a (mâbed) adar. Umduğunun aksine bir kız doğurur, “Ben onun adını Meryem koydum ve işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı sana ısmarlıyorum” diyerek mâbede emanet eder. Hz. Zekeriyyâ Meryem’in bakımını üstlenir ve Meryem, mâbedin doğu tarafında bir odaya (mihrap) yerleştirilir. Hz. Meryem orada Allah tarafından rızıklandırılır; iffetli, her çeşit kötülükten uzak olarak büyür, herkesin imrendiği erdemli bir şahsiyete ulaşır. Meryem sûresinde yer alan ve bu âyetlerde (45 vd.) belirtilenle paralellik taşıyan açıklamalara göre Cebrâil, Meryem’e insan şeklinde görünür. Meryem irkilir ve ondan Allah’a sığınır. Cebrâil Allah tarafından görevlendirilmiş elçi olduğunu bildirerek Meryem’e bir erkek çocuk doğuracağı müjdesini verir. Meryem, iffetli bir insan olduğu ve kendisine erkek eli değmediği halde nasıl çocuğunun olacağını sorunca da Cebrâil, bunun Allah için kolay olduğunu söyler. Daha sonra Allah ruhundan üfler ve Meryem hâmile kalır (ayrıca bk. Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12). 47. âyette bu noktanın izahı için şöyle buyurulmuştur: “İşte öyle, Allah dilediğini yaratır, bir işin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol!’ der, o da oluverir.” Ayrıca Kur’an, Hz. Meryem’in doğum sancısından, çevresinden gördüğü tepkiden ve Hz. Îsâ’nın beşikte iken konuşmasından söz eder (Meryem 19/16-34).

İnciller’de verilen bilgilere göre (Matta, 1/18-25; Luka, 1/26-38) Cebrâil melek, Yûsuf ile nişanlı olan ve Nâsıra şehrinde oturan Meryem’in yanına gelerek “Selâm, ey nimete eren kız, rab seninledir” diye selâm verir. Meryem bu sözlerden şaşırır. Melek ona korkmamasını söyler, Allah önünde inâyet bulduğunu, bir oğlan doğuracağını, adını Îsâ koyacağını, onun büyük olacağını, ona “yüce Allah’ın oğlu” denileceğini, rab Allah’ın ona babası Dâvûd’un tahtını vereceğini, Ya‘kub’un evi üzerinde ebediyen saltanat süreceğini ve onun melekûtuna hiç son olmayacağını bildirir. Meryem’in “Bu nasıl olacak? Çünkü ben er bilmem” şeklindeki şaşkınlık içeren sorusuna ise “Rûhulkudüs senin üzerine gelecek, Yüce olanın kudreti üstüne gölge salacak; bunun için de doğacak olan mukaddese Allah’ın oğlu denecektir” diye cevap verir ve Allah’tan olan bir sözün hükümsüz kalmayacağını belirtir. Meryem Rûhulkudüs’ten gebe kalır. Aralarında ilişki olmadan nişanlısının gebe kalması üzerine sâlih bir adam olan Yûsuf, Meryem’i âleme rüsvâ etmemek için gizlice ondan ayrılmayı düşünür, fakat bu sırada rabbin meleği rüyada Yûsuf’a görünerek, “Sen Dâvûd oğlu Yûsuf, Meryem’i kendine karı olarak almaktan korkma, çünkü kendisinde doğmuş olan Rûhulkudüs’tendir. Ve bir oğul doğuracaktır ve onun adını Îsâ koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak olan odur” der. Bunun üzerine Yûsuf, rabbin meleğinin kendisine buyurduğu gibi yapar ve karısını yanına alıp bir oğul doğuruncaya kadar onu bilmez (onunla cinsel ilişkide bulunmaz) ve çocuğun adını Îsâ koyar. Luka İncili’ndeki bilgiye göre Yûsuf ile Meryem, İmparator Augustus’un buyrultusu üzerine yapılan nüfus sayımında kendilerini yazdırmak üzere Galile’deki Nâsıra şehrinden Yahudiye’de Dâvûd’un şehri olan Beytlehem’e giderler. Bu sırada Meryem’in doğurması vakti gelir, orada ilk oğlunu doğurur, onu kundağa sarar ve handa kendilerine yer olmadığından bir yemliğe yatırır (2/1-7). Çok eski bir geleneğe göre ise Îsâ ahırda değil Beytlehem’e yakın bir mağarada dünyaya gelmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın hayatının tebliğ faaliyetine kadar geçen dönemiyle ilgili olarak sadece şu ifade yer alır: “Meryem oğlu ile annesini de bir âyet yaptık; ikisini de kalmaya elverişli, kaynak suyu bulunan yüksekçe bir yere yerleştirdik” (Mü’minûn 23/50). Daha sonraki dönemi hakkında verdiği bilgiler de İnciller’deki kadar ayrıntılı değildir. Kur’an’a göre Hz. Îsâ, semadan sofra indirmenin (Mâide 5/111; Saf 61/14) dışında, çamurdan kuş yapıp ona üfleme ve onun da kuş oluvermesi, ölüyü diriltme, körü ve cüzzam hastalığına tutulmuş kişiyi iyi etme, evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber verme gibi çeşitli mûcizelerle desteklenmiştir (Âl-i İmrân 3/49; Mâide 5/110). Peygamberliğini ortaya koyan açık delillere rağmen Hz. Îsâ’ya inanmayanlar onu öldürmek üzere tuzak kurar, plan yaparlar, fakat Allah onların planlarını bozar (Âl-i İmrân 3/54) ve Hz. Îsâ’yı kendi nezdine yükseltir (Nisâ 4/158).

Hz. Îsâ’nın hayatının tebliğ faaliyetine başlamasına kadarki dönemiyle ilgili olarak İnciller’de yer alan bilgiler özetle şöyledir: Îsâ, dünyaya geldikten sonra sekizinci günde sünnet edilir. Kırk günlük olunca Meryem’le Yûsuf, onu Mûsâ’nın şeriatına göre Tanrı’ya sunmak üzere Kudüs’e götürürler. Kudüs’te İsrail’in teselli bulmasını bekleyen ve kendisine Rûhulkudüs tarafından Mesîh’i görmeden ölmeyeceği bildirilmiş olan Simon adındaki sâlih ve dindar adam “ruh”un sevkiyle mâbede gelir, Îsâ’yı kucağına alır ve kurtarıcıyı gözleriyle gördüğü için Allah’a şükreder. Anası ve babası onun için söylenen şeylere şaşırırlar. O sırada Anna ismindeki yaşlı kadın peygamber de gelip benzer şeyler söyler. Rabbin şeriatına göre gerekenler yapıldıktan sonra Meryem’le Yûsuf, Îsâ’yı alarak Galile’ye, kendi şehirleri olan Nâsıra’ya dönerler (bk. Luka, 2/21-39). Îsâ Yahudiye Beytlehem’inde doğduğu zaman müneccimler Kudüs’e gelip “Yahudilerin kralı doğan zat nerededir? Çünkü onun yıldızını şarkta gördük ve ona secde kılmaya geldik” derler. Bunu işiten Kral Hirodes’in yüreği oynar. Müneccimleri gizlice çağırıp çocuğu araştırmalarını ister, “Bulduğunuz zaman bana haber verin ki ben de gelip ona secde kılayım” der ve onları Beytlehem’e gönderir. Onlar da şarkta gördükleri yıldızın izince gidip çocuğun bulunduğu eve ulaşırlar, eve girip anası Meryem’le çocuğu görünce yere kapanıp ona secde kılarlar, Hirodes’in yanına dönmesinler diye rüyada kendilerine bildirildiğinden memleketlerine başka yoldan giderler. Müneccimler yola çıktıktan sonra rabbin meleği Yûsuf’a rüyada görünüp Kral Hirodes’in Îsâ’yı öldürmek istediğini, bunun için onu ve anasını Mısır’a götürmesini, ikinci bir bildirime kadar orada kalmasını söyler. Yûsuf da Meryem ve Îsâ’yı alarak Mısır’a götürür. Kral Hirodes müneccimler tarafından aldatıldığını anlayınca çok kızar, Beytlehem’de ve bütün sınırları içindeki iki veya daha küçük yaştaki çocukları öldürtür. Hirodes’in ölümünden sonra Yûsuf meleğin bildirmesi üzerine çocuğu ve anasını alıp İsrâil diyarına döner. Hirodes’in yerine oğlunun kral olduğunu öğrenince oraya gitmeye korkar ve rüyada verilen bilgi üzerine Galile taraflarına çekilir ve Nâsıra’da oturur (Matta, 2/1-23). Îsâ büyür, kuvvetlenir ve hikmetle dolar; Allah’ın inayeti de ondan ayrılmaz. Bu arada Îsâ on iki yaşına gelince yahudi geleneğine uyularak Fısıh bayramı dolayısıyla Kudüs’e götürülür. Onu kaybeden ailesi, daha sonra mâbedde muallimler arasında dinî tartışmalar yaparken bulur. Îsâ’nın sorduğu sorular ve verdiği cevaplar oradakileri hayretler içinde bırakır. Sonra ana-babasıyla Nâsıra’ya gelir ve onlara itaatli olur. Bu dönemde de Îsâ hikmet ve kamette, Allah ve insanlar nezdinde inayette ilerleyip mesafe kateder (Luka, 2/40-52). Îsâ’nın, öğretilmediği halde kutsal yazıları açıp onları okuması insanları şaşırtır (Luka, 4/16-20; Yuhanna, 7/14-17).

Hz. Îsâ’nın tebliğ faaliyetine (Luka, 3/23’teki ifadeyle “hizmetine”) başlaması hakkında İnciller’de verilen bilgileri de şöyle özetlemek mümkündür: Îsâ otuz yaşlarına geldiği sıralarda Hz. Yahyâ “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu (hükümranlığı) yakındır” diye Yahudiye çölünde vaaz ederek meydana çıkar. Kudüs, bütün Yahudiye ve bütün Erden çevresi ona gelip günahlarını itiraf eder ve Yahyâ onları vaftiz etmeye başlar. Mesîh olmadığını, kendisinin suyla vaftiz ettiğini, kendinden sonra gelecek olanın ise “kutsal ruh”la ve ateşle vaftiz edeceğini bildirir. Onunla beraber yahudiler büyük bir ümitle Mesîh’i beklemeye başlarlar. Bu sırada Îsâ vaftiz olmak üzere Galile’den Erden’e gelir. Yahyâ asıl kendisinin onun tarafından vaftiz edilmeye muhtaç olduğunu söylerse de Îsâ “Şimdi bırak, çünkü her salâhı böylece yerine getirmek bize gerekir” der. Îsâ vaftiz olunup sudan çıktığında gök açılır ve kutsal ruh bedenleşmiş bir surette güvercin gibi onun üzerine iner ve gökten “Benim sevgili oğlum budur (sensin) ve ondan (senden) hoşnudum” diye bir ses işitilir. Sonra Îsâ, Rûhulkudüs’le dolu olarak Erden’den döner, ruh tarafından çöle sevkedilir. Kırk gün kırk gece oruç tutar. Bu arada İblîs tarafından denenir, şeytan Îsâ’yı kandıramaz (Matta, 3/1-17, 4/1-11; Markos, 1/1-13; Luka, 3/1-22, 4/1-13; Yuhanna, 1/15-34; Îsâ’nın İblîs tarafından denenmesi olayı sadece sinoptik İnciller’de yani ilk üçünde yer almaktadır).

Hz. Îsâ’nın bir veya üç yıl süren tebliğ faaliyeti sırasında gelişen olaylar –onun biyografisi niteliğinde olan– İnciller’de geniş biçimde ele alınmaktadır. Bunlar ana hatlarıyla şöyledir: Îsâ’nın asıl tebliğ hayatı Galile’de geçer. Bu bölgede değişik yerleri dolaşan ve birkaç defa Kudüs’e giden Îsâ iki defa kendi memleketi olan Nâsıra’dan çıkarılır. Gittiği yerlerde halka vaaz eder, meseller vererek gerçekleri anlatır, muhataplarına vaktin tamam olduğunu, Allah’ın melekûtunun (hükümranlığı) yakın olduğunu, tövbe etmelerini ve İncil’e inanmalarını bildiren Îsâ, değişik zamanlarda ve yerlerde birçok mûcize gösterir: Suyu şaraba dönüştürür, çeşitli hastalıklara yakalanan insanları, kör ve dilsizleri iyileştirir, kötü ruhları çıkarır, ölüleri diriltir, çöldeki fırtınayı yatıştırır, beş bin kişilik bir topluluğu beş yemek ve iki balıkla doyurur, ölümünü ve dirilişini önceden haber verir, kendi sûreti değişir. Îsâ’ya inananlar çoğalır; buna karşılık cumartesi yasağı ile ilgili kuralları ihlâl etmesi yahudi otoritelerince tepkiyle karşılanır. Îsâ kendisine inananlar arasından havâri denilen on iki kişi seçer. Onlara nasıl dua edeceklerini öğretir. Meşhur dağ vaazını verir. Yazıcıların ve Ferîsîler’in çeşitli vesilelerle yönelttikleri eleştirileri ve sordukları soruları cevaplandırır. Havârilerini civar köy ve kasabalara göndererek Allah’ın hükümranlığını haber vermelerini ister. Yahudilerin, özellikle de onlar içinde en mutaassıp grup olan Ferîsîler’in dini yanlış yorumladıklarını, sadece dış görünüşe önem verip asıl mânayı unuttuklarını vurgular. Yahudilerin dinî anlayış ve yaşayışlarına yönelttiği tenkitler onların tepkisini çeker ve Îsâ’yı yok etmeye karar verirler. Havârilerden biri olan Yahuda İskariyot, Îsâ’yı ele vermek için, başkâhinlerle otuz gümüş para karşılığında anlaşır. Ancak Fısıh yemeği sırasında Îsâ, Petrus’un sürçeceğini, kendisinin de ele verileceğini bildirir, havârilerinden uyanık durup dua etmelerini ister. Biraz uzaklaşıp secdeye kapanır ve dua eder; havâriler ise onu dinlemeyip uyurlar. Kısa bir süre sonra Yahuda İskariyot, Romalı asker ve yahudilere Îsâ’yı gösterir ve tutuklatır. Sanhedrin denilen yüksek dinî meclis Îsâ’yı sorguya çeker, öldürülmesine karar verilir. Ertesi gün tekrar toplanan Sanhedrin Îsâ’yı, Roma’nın bölge valisi Pilatus’a gönderir; zira idama mahkûm etmek, resmen Roma valisinin yetkisindedir. Ancak Romalı idarecilerin dinî meselelere karışmadıklarını, dolayısıyla Pilatus’un önünde Îsâ’yı dinî düşünceleri sebebiyle suçlamanın idam cezasını onaylatmayı sağlamayacağını bildiklerinden onu halkı Romalılar’a karşı kışkırtmak, kendisini İsrâil’in kralı olarak tanıtmak ve böylece Roma kayserinin hâkimiyetini inkâr etmekle itham ederler. Pilatus Îsâ’yı sorguya çeker, fakat söz ve eylemlerinin suç oluşturmadığı kanaatine varır. Bunun üzerine onu salıvermek isterse de yahudiler Îsâ’yı suçlamakta ısrar ederler. Pilatus sorumluluktan kurtulmak için çare arar, Îsâ’nın Galile’den olduğunu öğrenince onu Hirodes’e gönderir. Hirodes Îsâ’yı sorgulayıp Pilatus’a iade eder. Gönlü Îsâ’yı affetmekten yana olan Pilatus sonunda halkın baskısı karşısında haça gerilmesini kabul edip Îsâ’yı onlara teslim eder. Bunun üzerine yahudiler Îsâ’yı Golgota denilen yere götürürler, dikenlerden bir taç örüp başına koyarlar, onunla alay edip üzerine tükürürler ve çarmıha gererler; başının üzerine de “Nâsıralı Îsâ, yahudilerin kralı” diye bir yazı asarlar. Cuma günü sabah saat dokuzda haça gerilen Îsâ öğleden sonra saat üçte ruhunu teslim eder. Ölümü anında “Allahım! Allahım! Beni niçin bıraktın?” diye seslenir. Askerlerden biri onun böğrünü mızrakla deler. Îsâ’nın cesedini Pilatus’tan izin alıp mezara koyarlar. Pazar günü Îsâ’nın kabrini ziyarete gelenler, mezarın boş olduğunu görürler. Îsâ dirilmiş olarak onlara görünür. Resûllerin İşleri’ndeki bilgiye göre (1/3-11) Îsâ elem çektikten sonra kırk gün süreyle onlara (havâriler) görünerek kendisini birçok delille diri göstermiş, Allah’ın melekûtu hakkında onlara öğütlerde bulunmuş, tâlimatlar vermiş; öğütlerini söyledikten sonra onlar bakarken yukarı alınmıştır. Markos’taki bilgiye göre (16/19) Îsâ göğe alınınca Allah’ın sağına oturmuştur.

İnciller’e göre Hz. Îsâ babasız dünyaya gelmiştir; hıristiyanlar bu durumu onun Tanrı’nın oğlu olmasıyla açıklar ve Hz. Îsâ’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna inanırlar. Bununla birlikte İnciller’de Hz. Îsâ, bir taraftan Allah’ın oğlu ve rab diye, diğer taraftan da peygamber, kudretli bir peygamber, kral, yahudilerin kralı, Mesîh, Allah’ın kuzusu, Âdem oğlu, Yûsuf oğlu, Dâvûd oğlu, insanoğlu gibi sıfatlarla anılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere İnciller’de Hz. Îsâ’nın çarmıha gerildiği, öldüğü, kısa bir süre sonra dirildiği ve daha sonra göğe alındığı belirtilir. Bu olay Hıristiyanlık’taki önemli bir inanca yani Hz. Îsâ’nın insanların günahlarına kefâret olarak çarmıha gerildiği inancına temel kılınmıştır. Yine İnciller’deki ifadelere göre –büyük sıkıntı ve felâketleri takiben– Îsâ (İnsanoğlu) dünyanın sonuna doğru tekrar gelecek, bütün melekler kendisiyle beraber olarak izzetiyle gelince izzetinin tahtı üzerine oturacak, iyileri kötülerden ayıracak, iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandıracaktır (Matta, 24/4 vd., 25/31-46; Markos, 13/4 vd.; Luka, 21/7 vd.).

Kur’an-ı Kerîm’e göre Hz. Îsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamberdir ve kendisine İncil verilmiştir (Âl-i İmrân 3/49; Nisâ 4/171; Zuhruf 43/59; Hadîd 57/27; Saf 61/6; onun ülü’l-azm peygamberlerden sayılması hakkında krş. Ahzâb 33/7 ve Ahkaf 46/35). Adı Îsâ, sıfatı Meryem oğlu, lakabı Mesîh olarak geçen (Âl-i İmrân 3/45) Hz. Îsâ ile ilgili olarak Kur’an’da kullanılan belli başlı ifadeler şunlardır: Îsâ Allah’tan bir kelimedir (Âl-i İmrân 3/45; Nisâ 4/171) ve bir ruhtur (Nisâ 4/171); Rûhulkudüs ile desteklenmiştir (Bakara 2/87, 253; Mâide 5/110); annesiyle birlikte Allah tarafından bir âyet kılınmıştır (Mü’minûn 23/50); Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştir (Mâide 5/110; Âl-i İmrân 3/48); annesine karşı hürmetkârdır (Meryem 19/32); sâlihlerdendir, şânı yücedir, Allah’a yakın olanlardandır (Âl-i İmrân 3/45-46); Allah ona kitap vermiş, onu peygamber yapmış, mübarek kılmıştır (Mâide 5/75; Meryem 19/30-31); bir insandır, bir kuldur (Nisâ 4/172; Mâide 5/75; Meryem 19/30; Zuhruf 43/59); beşikte iken konuşan peygamberdir (Âl-i İmrân 3/46; Mâide 5/110; Meryem 19/29-33); Tevrat’ı tasdik etmiş, bazı yasakları kaldırmıştır (Âl-i İmrân 3/50-51; Mâide 5/46); kavmine namazı ve zekâtı emretmiştir (Meryem 19/31); ayrıca “Ey İsrâiloğulları! Bilin ki benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim” (Saf 61/6) diyerek Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir.

Kur’an’da Hz. Îsâ’nın babasız dünyaya gelişi ilâhî kudretin bir tecellisi olarak nitelenmekte ve bu sûrenin 59. âyetinde onun yaratılışıyla Âdem’in yaratılışı arasındaki benzerliğe işaret edilmektedir. Ayrıca Kur’an’da Hz. Îsâ’nın kendisini asla ilâh olarak takdim etmediği açık biçimde belirtilmektedir (bk. Mâide 5/116-117; Hz. Îsâ’nın Hıristiyanlık’taki “teslîs” inancının bir öğesi haline getirilmesi ve Kur’an’ın bu anlayışı mahkûm etmesi hakkında bk. Nisâ 4/171; Mâide 5/72-76). Öte yandan Kur’an Hz. Îsâ’nın öldürülmediğini, çarmıha da gerilmediğini; Allah katına yükseltildiğini bildirmektedir (bu konuda bilgi için bk. Nisâ 4/155-161).

Kelime, gerek sözlü gerek sözsüz anlatımları ifade eden bir sözcüktür. Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ’dan kelime diye bahsedilmesi değişik şekillerde açıklanmıştır. Yaygın olan yoruma göre Hz. Îsâ, insanın meydana gelmesinde bilinen şeklin dışında (baba faktörü olmaksızın) yani yüce Allah’ın “ol” sözünün doğrudan sonucu olarak ana rahmine düştüğünden böyle anılmıştır. Esasen bütün yaratılmışlar, Cenâb-ı Allah’ın varlık verme (tekvîn) iradesinin eseri olarak, fakat yine O’nun iradesiyle var olan ve işleyen bir sebepler manzumesi içinde meydana gelirler. Hz. Îsâ’da ise Allah Teâlâ baba faktörünün bulunmamasını murat ettiğinden, onu bu mûcizevî yaratılışının belirgin bir ifadesi olmak üzere “kendisinden bir kelime” şeklinde anmıştır (Râzî, VIII, 47; İbn Âşûr, III, 245). Bu yorumla bağlantılı olarak bazı eserlerde “kelâm” ve “kelime” sözcükleri arasındaki ilişkiye değinilir ve ikincisinin daha kapsamlı olduğuna dikkat çekilir: Kelâm “sırf işitme duyusu aracılığı ile bir mâna telkin edilmesi”ni ifade ederken, kelime “gerek işitme gerekse görme duyularıyla telkin edilen mânalar”ı kapsar. Buna göre ağızdan çıkan anlamlı sesler veya kitapta yazılı anlamlı yazılar kelime olduğu gibi, evrene bir bakıldığında belirgin biçimde algılanan ve gözden gönüle geçip his etkisi altında cüz’î veya küllî bir mâna telkin eden somut varlıklar da birer kelimedirler. İşte Hz. Îsâ da bunlardan biri idi ve Hz. Meryem’e böyle bir tesirle gelmişti (Elmalılı, II, 1101). Bazı bilginler yüce Allah’ın daha önceki peygamberlere gönderdiği kitaplarda Hz. Îsâ’nın geleceğini bildirip ondan “söz” etmiş olması sebebiyle Hz. Îsâ’nın bu şekilde anıldığı kanaatindedirler. Başka bir yoruma göre ise kelime, Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Îsâ’ya verdiği bir isimdir (bk. İbn Atıyye, I, 435; Hıristiyanlık’ta Hz. Îsâ’nın “kelime=logos” olarak nitelenmesinin anlamı hakkında bk. Nisâ 4/171).

Âyet-i kerîmede kelime sözcüğünün onu yüce Allah’a bağlayan bir ifade içinde kullanılması, yani “O’ndan (Allah’tan) bir kelime” denmesindeki incelikler açıklanırken şu hususa dikkat çekilir: Buradaki “-den,

-dan, tarafından” mânalarına gelen “min” harfi, hıristiyanların ve hulûl teorisi taraftarlarının (Allah’ın insan biçimine girdiğini savunanların) düşündüğü gibi –hâşâ– Hz. Îsâ’nın O’ndan bir parça olduğunu belirtme anlamında olmayıp, onun yaratılışında Allah’ın kelimesinin etkisinin daha açık ve güçlü olduğunu ifade içindir. Bir başka anlatımla, baba faktörünün bulunmadığı ve Hz. Îsâ’nın doğrudan doğruya O’nun “ol” emrinin sonucu meydana geldiği vurgulanmaktadır (Râzî, VIII, 49). Burada “bi-kelimetihî” (O’nun kelimesi) buyurulmayıp da “bi-kelimetin minhü” şeklinde nekre (belirsiz) bir isim olarak geçmesinden hareketle bazı ifade incelikleri tesbit edilmesi ise (bk. Elmalılı, II, 1101-1102) kanaatimizce isabetli değildir. Çünkü Nisâ sûresinin 171. âyetinde Hz. Îsâ hakkında “kelimetühû” (O’nun kelimesi) ifadesi kullanılmıştır.

Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ’nın lakabı olarak anılan mesîh kelimesini birçok müfessir Arapça mesh kökünden türemiş kabul ederek buna değişik mânalar vermişlerdir (bk. Râzî, VIII, 49-50). Kelimenin Ârâmîce aslı olan meşîhâ ve İbrânîce aslı olan mâşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrâiloğulları’nda hükümdarlık görevine başlarken kâhin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur (bk. Zemahşerî, I, 189; Reşîd Rızâ, III, 305; Ömer Faruk Harman, “Hz. Îsâ”, İFAV Ans., II, 423; a.mlf., “Mesih”, a.g.e., III, 224). Muhammed Abduh, Mesîh lakabının bu gelenek içinde taşıdığı anlamın Hz. Îsâ’ya uygun düştüğünü şöyle açıklar: Hükümdar, adaleti gerçekleştirmesi ve halkın uğradığı haksızlıkları gidermesi için başa geçirilir. Îsâ Mesîh de bunu yapmıştır. Zira yahudiler, Hz. Îsâ peygamber olarak gönderildiğinde kutsal kitabın lafızlarına sımsıkı yapışmış, kutsal kitap yazarlarının ve Ferîsîler’in anlayış ve kuruntularına mutlak biçimde teslim olmuş bulunuyorlar, bu sebeple de büyük sıkıntılar çekiyorlardı. İşte Mesîh onların dinin gerçek amaçlarına dönmelerini ve haksızlıkları ortadan kaldıran kardeşliğe yönelmelerini sağlamıştır. M. Reşîd Rızâ bu yorumun, Hz. Îsâ’nın hükümdarlığının maddî değil mânevî (ruhanî) olduğu anlamına işaret ettiğini belirttikten sonra; bu âyette Hz. Îsâ hakkında Mesîh kelimesinin bir özel isim olarak kullanıldığı ve özel isimlerde sözlük anlamının taşıdığı sıfatların bulunmasının şart olmadığı fikrini daha kuvvetli bulur (Reşîd Rızâ, III, 305). Bazı müfessirler Mesîh kelimesinin İbrânîce’de “mübarek, kutlu” anlamına geldiğini belirterek bu anlam ile “Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı” (Meryem 19/31) meâlindeki âyet arasında bağ kurarlar (bk. Zemahşerî, I, 189).

Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ “Meryem oğlu” şeklinde anneye nisbet edilmekte, böylece bir taraftan onun babasız dünyaya geldiğine ve Allah katında özel bir yere sahip olduğuna diğer taraftan da Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstünlüğüne işaret edilmektedir (Zemahşerî, I, 190; Râzî, VIII, 50). Burada Meryem oğlu buyurularak Hz. Îsâ’yı –hâşâ– Allah’ın oğlu kabul eden hıristiyanlara reddiyede bulunulduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

“İtibarlı” diye çevirdiğimiz vecîh kelimesi “şerefli, itibarlı, yüksek mertebeye sahip” anlamlarına gelir. Hz. Îsâ’nın dünyadaki itibarı peygamberlik ve diğer insanlara üstün olma, âhiretteki itibarı da kendine şefaat yetkisi verilmesi ve cennette yüksek mevkilere konması şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, I, 436; Zemahşerî, I, 190). Bir âyet-i kerîmede Hz. Mûsâ’ya kavminin büyük sıkıntılar çektirdiğine değinildikten sonra onun Allah katında itibarlı (vecih) olduğu belirtilir (Ahzâb 33/69). Hz. Îsâ’nın da ağır ithamlara mâruz kaldığı göz önüne alınırsa, burada revâ görülecek kötü muamelenin onun değer ve itibarına halel getiremeyeceğinin bildirildiği; ayrıca “dünyada da âhirette de itibarlı” buyurularak Hz. Îsâ’nın tebliğ görevi esnasında horlanacak olsa da daha sonra asırlar boyu insanların ona gönüllerinde ulvî bir yer ayıracağı mânasının bulunduğu düşünülebilir. Buna bağlı bir anlam da, onun bu şeref ve itibariyle ilâhî tebliğ görevi ve “kul”luk vasfı arasında sıkı bir irtibat bulunduğu ve insanların ona “tanrı”lık vasfı vermesinin gerçek statüsünde bir değişiklik meydana getirmeyeceğidir.

“Yakın kılınanlar”dan (mukarrabîn) maksat, meleklerden özel konum ve göreve sahip olanlar (meselâ bk. Nisâ 4/172), Allah katında yüksek mertebeye lâyık görülen kullar (meselâ bk. Vâkıa 56/88), dünyada yüksek mevki sahibi kişilerden itibar gören insanlardır (meselâ bk. Şuarâ 26/42). Burada da Hz. Îsâ’nın Allah katında çok üstün bir mevkiye sahip olacağı bildirilirken, aynı zamanda onun kulluk sıfatına imada bulunulmaktadır. Bazı müfessirler bu kelime ile onun göğe kaldırılacağına ve meleklerin arasına katılacağına işaret edildiğini belirtirler (meselâ bk. Zemahşerî, I, 190; Râzî, VIII, 51. Hz. Îsâ hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Îsâ”, DİA, XXII, 465-473; a.mlf., “Hz. İsa”, İFAV Ans., II, 423-431).




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 565-575
 

LiLa

Dekorazon sever
Platin Üye
Kayıtlı Kullanıcı
11 Tem 2019
242
81,049
93

İtibar Puanı:

﴾45﴿
Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.
Yine kuranda Nisa suresi 155-161

﴾155﴿
Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflanmıştır” demeleri sebebiyle... Dahası inkârları sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.
﴾156﴿
Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından;
﴾157﴿
“Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük” demeleri yüzünden... Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bu konuda tam bir kararsızlık içindedirler. Bu hususta zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir.
﴾158﴿
Bilâkis Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
﴾159﴿
Ehl-i kitap’tan her biri ölümünden önce ona mutlaka iman edecektir; o da kıyamet gününde onlara şahit olacaktır.
﴾160-161﴿
Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de pek çok kimseyi Allah yolundan engellemeleri, kendilerine yasaklandığı halde faizi almaları ve haksızlıkla insanların mallarını yemeleri yüzünden önceden helâl kılınan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.
Burada Hz isa'nın Allah katına alındığı belirtiliyor. Peki Hz isa kıyamet zamanı ineceği nerede yazıyor ?
 

Anandpoene

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
29 Ocak 2021
14
1,867
78

İtibar Puanı:

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu veciz ifadeleriyle şöyle ifade etmektedir:
Hz. İsa ve Mehdi geldi mi? Onları nasıl tanıyacağız?
Hz. İsa’nın (a.s) doğumu, hayatı ve Allah katına yükseltilmesi hep mucizevî bir şekilde olmuştur. Bu büyük peygamberin hayatı Kur’an'da ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi, Meryem’e ulaştırdığı('ol' emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur.”[3]
Başka bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Hani Melekler, şöyle demişti " Ey Meryem! Doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O, dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”[4]
Diğer bir ayette de şöyle buyrulur: "Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu (yaratılışı bakımından) Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol” dedi. O da hemen oluverdi.”[5]
Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiştir. Allah Hz. Âdem’e "Ol" demiş ve O da yaratılmıştır. İşte Hz. İsa'nın ilk yaratılışı da Allah'ın "Ol" demesiyle gerçekleşmiştir. Hz. Âdem (a.s) anne ve babasız, Hz. İsa ise babasız olarak yaratılmıştır. Evet, her şeye kadir olan Cenab-ı Hak, insanı isterse Hz Âdem gibi ana- babasız yaratır, isterse Hz. İsa’yı yarattığı gibi babasız yaratır, isterse anne ve babayı vesile ederek yaratır. Zira“O, yaratmanın her çeşidini bilir.”[6]
Bu iki peygamber arasındaki diğer bir benzerlik ise, Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi, Hz. İsa'nın da ahir zamanda semavattan tekrar yeryüzüne indirilmesidir.

Hz. İsa Vefat etmedi mi? Eğer vefat etmediyse o tekrar yeryüzüne inecek mi?


Kur’an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ve bir benzerinin, o zannedilerek öldürüldüğü haber verilmiştir. Bu hakikat bir ayette mealen şöyle ifade buyrulur: “Ey İsa! Şüphesiz, seni ben vefat ettireceğim. Seni kendime yükselteceğim…”[7]

Başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Oysa O’nu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. O’nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. O’nu kesin olarak öldürmediler.”[8]

Bir başka bir ayette de şöyle buyrulur: “İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur.”[9]

Bu ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi Hz. İsa hayattadır, ruhu henüz kabzedilmemiş ve eceli gelmemiştir. O’nun dünyada göreceği daha birçok hayırlı ve mühim işleri vardır. Yeryüzüne inecek ve vazifesini ifa ettikten sonra o da her nefis gibi vefat edecektir.

Bediüzzaman Hazretleri hayat tabakalarını anlatırken Hz. İsa’nın vefat etmediğini, O’nun üçüncü tabaka-i hayatta bulunduğunu şöyle ifade eder: “Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.” [10]

Hz. İsa'nın ahir zamanda ikinci kez bir mucize olarak yeniden dünyaya geleceğine dair ayet ve hadisler mevcuttur. Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne inecek olmasından dolayı O, gerek Müslümanlar ve gerekse Hıristiyanlar tarafından büyük bir merakla ve heyecanla beklenmektedir.

Hz. İsa'nın yeryüzüne inişi ahir zamanın ikinci devresi ve kıyametin büyük bir alameti olacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde; “On büyük alamet vuku bulmadıkça kıyamet kopmayacaktır…buyurmuş ve bunlardan birisinin de “İsa bin Meryem’in çıkması…”[11] olduğunu ifade etmiştir.

Bir başka hadis-i şeriflerinde ise, “Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa Aleyhisselam)’ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır.”[12] buyurmuştur.
 

Bülent 

Emektar Üye
Platin Üye
8 Nis 2021
391
125,009
93
Eskişehir

İtibar Puanı:

Ben Mesih'in gelmeyeceğini düşünüyorum. :affet:
Bende aynı görüşteyim 🤔
Mesaj otomatik olarak birleştirildi:

﴾45﴿
Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.
Maide suresi 116-117 surelerinde hz isanın gelmeyeceği ile ilgili bilgiler verilmiştir zaten
 

ErSan.Net 

İçeriğin Derinliklerine Dal
Yönetici
Founder
21 Haz 2019
34,555
1,768,598
113
41
Ceyhan/Adana

İtibar Puanı:

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu veciz ifadeleriyle şöyle ifade etmektedir:
Hz. İsa ve Mehdi geldi mi? Onları nasıl tanıyacağız?
Hz. İsa’nın (a.s) doğumu, hayatı ve Allah katına yükseltilmesi hep mucizevî bir şekilde olmuştur. Bu büyük peygamberin hayatı Kur’an'da ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi, Meryem’e ulaştırdığı('ol' emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur.”[3]
Başka bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Hani Melekler, şöyle demişti " Ey Meryem! Doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O, dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”[4]
Diğer bir ayette de şöyle buyrulur: "Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu (yaratılışı bakımından) Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol” dedi. O da hemen oluverdi.”[5]
Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiştir. Allah Hz. Âdem’e "Ol" demiş ve O da yaratılmıştır. İşte Hz. İsa'nın ilk yaratılışı da Allah'ın "Ol" demesiyle gerçekleşmiştir. Hz. Âdem (a.s) anne ve babasız, Hz. İsa ise babasız olarak yaratılmıştır. Evet, her şeye kadir olan Cenab-ı Hak, insanı isterse Hz Âdem gibi ana- babasız yaratır, isterse Hz. İsa’yı yarattığı gibi babasız yaratır, isterse anne ve babayı vesile ederek yaratır. Zira“O, yaratmanın her çeşidini bilir.”[6]
Bu iki peygamber arasındaki diğer bir benzerlik ise, Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi, Hz. İsa'nın da ahir zamanda semavattan tekrar yeryüzüne indirilmesidir.

Hz. İsa Vefat etmedi mi? Eğer vefat etmediyse o tekrar yeryüzüne inecek mi?


Kur’an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ve bir benzerinin, o zannedilerek öldürüldüğü haber verilmiştir. Bu hakikat bir ayette mealen şöyle ifade buyrulur: “Ey İsa! Şüphesiz, seni ben vefat ettireceğim. Seni kendime yükselteceğim…”[7]

Başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Oysa O’nu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. O’nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. O’nu kesin olarak öldürmediler.”[8]

Bir başka bir ayette de şöyle buyrulur: “İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur.”[9]

Bu ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi Hz. İsa hayattadır, ruhu henüz kabzedilmemiş ve eceli gelmemiştir. O’nun dünyada göreceği daha birçok hayırlı ve mühim işleri vardır. Yeryüzüne inecek ve vazifesini ifa ettikten sonra o da her nefis gibi vefat edecektir.

Bediüzzaman Hazretleri hayat tabakalarını anlatırken Hz. İsa’nın vefat etmediğini, O’nun üçüncü tabaka-i hayatta bulunduğunu şöyle ifade eder: “Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.” [10]

Hz. İsa'nın ahir zamanda ikinci kez bir mucize olarak yeniden dünyaya geleceğine dair ayet ve hadisler mevcuttur. Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne inecek olmasından dolayı O, gerek Müslümanlar ve gerekse Hıristiyanlar tarafından büyük bir merakla ve heyecanla beklenmektedir.

Hz. İsa'nın yeryüzüne inişi ahir zamanın ikinci devresi ve kıyametin büyük bir alameti olacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde; “On büyük alamet vuku bulmadıkça kıyamet kopmayacaktır…buyurmuş ve bunlardan birisinin de “İsa bin Meryem’in çıkması…”[11] olduğunu ifade etmiştir.

Bir başka hadis-i şeriflerinde ise, “Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa Aleyhisselam)’ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır.”[12] buyurmuştur.
Bende aynı görüşteyim 🤔
Yukarıda Canan arkadaşımız geleceği ile ilgili detaylı bilgi vermiş ya gelirse :deli1:
 

Bülent 

Emektar Üye
Platin Üye
8 Nis 2021
391
125,009
93
Eskişehir

İtibar Puanı:

Hz mesih yani hz isa enbiya suresi 116 ve 117 dururken kusura bakmayın ama gelmeyecek...
EN iyisini Allah C.C bilir

Diyelim ki Hz.isa gelecek...

peki nediye gelecek. Peygamber olarak mı gelecek normal bir insan olarak... Peygamber olarak gelmiyecek ise ozaman peygamberliği general olarak düşünürsek apoletleri dökülmüş normal bir asker olarak gelmesinin mantığını açıklarmışsınız?

Özellikle bu Hz isa nın yeryüzüne gelme mevzusu Yahudilerde ve hiristiyanlıkta da var. Peki Yahudiler Hz isa yı niyet bekliyor? Çünkü onlar Hz isanın doğumuyla birlikte ona inanmamıştı ve tevratta hz İsa’nın geleceği ile müjdesinin milattan sonra sıfır senesinde gelen hz isanın olmadığına inandıkları için onlar hala hz isayı beklemektedirler.

Hatta 2021 yılında mart ayında bütün hahamların kabul ettiği ve ismi ben David olan insanı mesih olarak kabul ettiler...Şimdi bu hz isanın tekrar yeryüzüne gelişi mevzusu belkide bizim dinimize israliyattan geçmiş olabilir mi???
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Lora

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
4 Ara 2019
29
5,170
78

İtibar Puanı:

Hz mesih yani hz isa enbiya suresi 116 ve 117 dururken kusura bakmayın ama gelmeyecek...
EN iyisini Allah C.C bilir

Diyelim ki Hz.isa gelecek...

peki nediye gelecek. Peygamber olarak mı gelecek normal bir insan olarak... Peygamber olarak gelmiyecek ise ozaman peygamberliği general olarak düşünürsek apoletleri dökülmüş normal bir asker olarak gelmesinin mantığını açıklarmışsınız?

Özellikle bu Hz isa nın yeryüzüne gelme mevzusu Yahudilerde ve hiristiyanlıkta da var. Peki Yahudiler Hz isa yı niyet bekliyor? Çünkü onlar Hz isanın doğumuyla birlikte ona inanmamıştı ve tevratta hz İsa’nın geleceği ile müjdesinin milattan sonra sıfır senesinde gelen hz isanın olmadığına inandıkları için onlar hala hz isayı beklemektedirler.

Hatta 2021 yılında mart ayında bütün hahamların kabul ettiği ve ismi ben David olan insanı mesih olarak kabul ettiler...Şimdi bu hz isanın tekrar yeryüzüne gelişi mevzusu belkide bizim dinimize israliyattan geçmiş olabilir mi???

Bende normal insan olarak geleceği düşüncesindeyim.
 

ErSan.Net 

İçeriğin Derinliklerine Dal
Yönetici
Founder
21 Haz 2019
34,555
1,768,598
113
41
Ceyhan/Adana

İtibar Puanı:

Hz @Mesih alaçatı da görülmüş :haha:
 

Cansu.35

Dikenin çiçeği var diye sevinelim
Platin Üye
31 Tem 2019
389
138,609
93
Izmir

İtibar Puanı:

Mesîh kelimesinin aslı Ârâmîce meşiha, İbrânîce mâşiahtır. Sâmî dillerde müşterek olan kelimenin fiil kökü Arapça’da meseha, Asur dilinde maşâhu, Ârâmîce ve İbrânîce’de mâşâh olup “el sürmek, elle sıvazlamak, boyutunu anlamak için eli bir şeyin üzerine koymak, yağ sürmek, yağla meshetmek” anlamındadır (Gesenius, s. 602; Koehler – Baumgartner, II, 643-645; V, 1922-1923). Mesîh terim olarak “yağ sürülmüş, yani yağla meshetmek suretiyle bir işe hasredilmiş, dinî bir görevi ifaya elverişli hale getirilmiş, dinî bir görevle vazifelendirilmiş, Tanrı’nın bir görev tevdi etmek üzere el koyduğu kişi” mânasına gelmektedir. Kelime Grekçe’ye christos, Latince’ye christus olarak geçmiştir (DB, IV/I, s. 1032; IV/II, s. 1808).

Müslüman dilcilerin çoğu, Kur’an’da on bir yerde ve sadece Hz. Îsâ’nın adı veya lakabı şeklinde geçen mesîhin Arapça bir kökten geldiğini kabul etmekle birlikte kelimenin aslının İbrânîce, Ârâmîce veya Süryânîce olduğunu ileri sürenler de vardır (Zemahşerî, I, 430; Fahreddin er-Râzî, VIII, 49). Kelime, Arapça olduğunu kabul edenlerden bazılarına göre “gezmek, dolaşmak” anlamındaki “seyh” kökünden türetilmiştir; “mesh” kökünden geldiğini kabul edenlere göre ise kelimenin yukarıda verilen Sâmî dillerdeki ortak mânalarının dışında “silmek, su ile meshetmek, temizlemek, düzlemek; yalan söylemek” gibi anlamları da vardır (Lisânü’l-ʿArab, “msḥ” md.). İslâm kaynaklarındaki rivayetlere göre Hz. Îsâ’ya bu ad çok gezdiği, dokunmak suretiyle hastaları iyileştirdiği, yağla meshedilmiş olarak doğduğu, doğduğunda şeytan ilişmesinden korunması için Cebrâil’in kendisine kanadıyla dokunduğu, güzel yüzlü olduğu için verilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “msḥ” md.; Taberî, VI, 414). İleride gelecek bir kurtarıcı inancı gerek ilkel ve millî gerekse büyük dinlerde mevcut olup beklenen bu kurtarıcı çeşitli isimlerle adlandırılmaktadır; bunlardan biri de mesîhtir.

Mesîh telakkisi Yahudilik’te çok köklü bir inanç olup yahudi âmentüsünün temel unsurlarından biridir. Gerek Eski Ahid’de yer alan ve çeşitli şahıslar tarafından ifade edilen ileride gelecek kurtarıcı müjdesi gerekse yahudilerin seçkin halk oldukları inancı ve bu inançla çelişen tarihî olaylar onlarda bir kurtarıcı beklentisi doğurmuştur. Yahudilere göre beklenen mesîh henüz gelmemiştir. Hıristiyanlar ise yahudilerin bekledikleri mesîhin Hz. Îsâ olduğunu kabul etmekte, ona çeşitli nitelikler atfetmekte ve ikinci defa geleceğine inanmaktadırlar.

İbrânîce Eski Ahid’de “maşiah” kelimesi Tevrat’ta dört, Neviim’de yirmi ve Ketuvim’de on dört olmak üzere toplam otuz sekiz defa geçmekte, temelde Tanrı tarafından özel bir kuvvetle ve görevle teçhiz edilmiş kişiyi yani kâhini (Levililer, 4/3, 5, 16) ve kralları (I. Samuel, 2/10; 12/3; I. Krallar, 19/16), hatta -peygamberler görevlerine böyle bir ritüelle başlamamalarına rağmen- bazı peygamberleri işaret için kullanılmaktadır (Mezmur, 105/15; I. Tarihler, 16/22).

Mesîh kelimesi yahudi kutsal kitabında öncelikle kralları ifade etmektedir. Eski doğuda kralın kutsal olduğuna, halkın yönetimi ve kurtuluşu için ilâhî bir güçle donatıldığına inanılıyor ve bu inanç bazı ritüellerle ortaya konuyordu ki bunların en önemlilerinden biri de yağla meshedilme idi. Bu ritüel kralın Tanrı’nın ruhu tarafından kuşatılmasını ve onun vekili oluşunu simgeliyor, aynı zamanda krallığın en önemli merasimini teşkil ediyordu. Yağla meshedilme işi yeni bir hânedanın tesisinde ya da tartışmalı bir konuda herhangi birine hak ve gücün tevdii için yapılırdı. Yahudilik’te kralın yağla meshedilmesine, Tanrı tarafından gönderilmiş hayat verici güç olarak algılanan ilâhî ruhun eşlik ettiği kabul edilir (I. Samuel, 10/6; 16/13); böylece kral, Yahve’nin mesîhi, yani herkesin dinen saygı göstereceği kutsal bir şahsiyet olurdu (I. Samuel, 16/6; 24/7; 26/16). Tanrı tarafından belirlenen krala maşiah deniyordu; bu isim Saul, Dâvûd, Süleyman ve çeşitli krallar için kullanılmıştır.

Yahudi kutsal kitabına göre Kral Saul ve Dâvûd, Samuel (I. Samuel, 10/1; 16/13), Süleyman ise kâhin Tsadok (I. Krallar, 1/39) tarafından yağla meshedilmek suretiyle krallık görevine başlamıştır. Saul’ün ölümünden sonra Dâvûd zürriyetinin krallığının ebedî olacağı ve Tanrı’nın ebedî olarak yardım edip güçlendireceği belirtilip (II. Samuel, 7/12-13; 22/51) Dâvûd soyuna ayrıcalık tanınınca mesîh kelimesi “Dâvûd’un krallık soyunun temsilcisi” anlamını kazanmış ve Dâvûd’un tahta vâris olan oğlu için kullanılmıştı. Dolayısıyla zor dönemlerde Dâvûd soyundan üstün nitelikli bir kralın çıkıp İsrâiloğulları’nı kurtaracağı beklentisi doğmuş, meselâ krallık tehdit altında kalınca peygamber Yeremya, Dâvûd soyundan bir kralın gelip halkı kurtaracağını müjdelemiş (Yeremya, 23/5, 6), peygamber İşaya da Dâvûd’un krallığını ebediyen tesis edeceğini belirtmiştir (İşaya, 9/5-7). Eski Ahid’de mesîhin çeşitli nitelikleri sayılmakta, ona sürülen yağın ilâhî tercihin simgesi olduğu, mesîhin ilâhî himaye altında bulunduğu, Tanrı’nın onu bir evlât gibi kabul ettiği, ona baş kaldırmanın çılgınlık sayıldığı belirtilmektedir (Mezmur, 2/2, 7; 20/6).

Eski Ahid’in redaksiyon devri kapandığında (m.ö. 220) bu kelime yaşayan bir kralı işaret için değil, İsrâil hükümranlığını yeniden kurmak ve adaletli bir toplum meydana getirerek insanları kurtarmak amacıyla gelmesi beklenen kral için kullanılmaya başlanmış ve mesîh zamanın sonunda ortaya çıkacak eskatolojik bir figür haline dönüşmüştür. Böyle bir şahsiyetin geleceğine dair ümit Tanrı’nın İsrâiloğulları ile yaptığı ahidleşmedeki verdiği söze, yahudi kutsal kitabında yer alan ve ileride geleceği müjdelenen kurtarıcı imajına dayanmaktadır. Bundan dolayı mesîh dünyanın sonuna doğru gelmesi beklenen, İsrâil’in kurtarıcısı ve Yahve’nin krallığının kurucusu olan ideal kralı ifade etmektedir (Catholicisme, IX, 9).

Hz. Îsâ zamanındaki yahudilerin mesîh telakkisini iki kategoride ele almak mümkündür. Birinci kategori millî ve politik beklentileri içermektedir. Beklenen mesîh Kral Dâvûd’un soyundan ve krallık idealine uygun olacaktır. Buna göre o, yabancı (Roma) hâkimiyetini kaldırıp Kral Dâvûd hânedanlığını yeniden kuracak, yıkılan mâbedi yeniden inşa edecek ve sürgündeki bütün yahudileri tekrar Filistin topraklarına getirecektir. Bu sebeple beklenen mesîh bazan güçlü bir askerî lider vasfı ön plana çıkan kral mesîh, bazan da din adamlığı yönü ağır basan kâhin mesîh şeklinde kendini gösteriyordu. Zira Bâbil esareti (m.ö. VI. yüzyıl) sonrasında ruhban sınıfı gittikçe geliştiği, artık krallık da olmadığı için başkâhin toplumun lideri kabul ediliyor ve yağla meshediliyordu. Dolayısıyla bir kâhin mesîh figürü söz konusu idi; hatta bazı çevreler son zamanlarda biri kral mesîh, diğeri kâhin mesîh olmak üzere iki mesîh beklemekteydiler.

İkinci kategori ise Eski Ahid’de politik bir şahsiyet olmayan ve “insanoğlu” denen birinin gelişiyle alâkalıdır. “İnsan veya insana benzer bir kişi” tarzında tasvir edilen bu şahıs, apokaliptik eserlerde “seçilmiş biri” de denilen tabiat üstü bir şahsiyet olarak yer almaktadır. Daniel kitabına göre (7/13-14) ona saltanat ve krallık verilmiştir ve onun saltanatı ebedî olacaktır. Daniel kitabı sonrası apokaliptik literatürde ise o dünyanın sonunda gelecek, izzet tahtına oturacak, ölümden sonraki dirilişte hüküm verecek, pek çok felâketin ardından yeni bir yeryüzü ve yeni bir semayı veya göklerin krallığını tesis edecektir (Vocabulaire de théologie, s. 386). Yahudilik’teki bu tür mesîhî fikirler, bazı Kitâb-ı Mukaddes metinlerinin özel yorumları aracılığıyla ya da apokaliptik vizyonculara gelen vahiy tecrübesiyle gelişmiş, daha sonra kıyamet gününe kadar sürecek olan tarih ve yılların hesaplanması yoluyla “rasyonel” olarak da geliştirilmiştir.

Öyle görünüyor ki milâttan önce III. asırdan itibaren yahudi mesîh beklentileri daha eskatolojik bir mahiyete bürünmüştür; bu beklentiler daha çok, yalnızca göklerin krallığının ya da mesîh çağının gelişini sembolize edecek olan kişiler değil aynı zamanda bizzat onu getirecekleri düşünülen ve mesîh oldukları iddiasını taşıyan fertler üzerine odaklanmıştır. Yahudilik’teki mesîh telakkisi sadece kutsal metinlerle sınırlı değildir. Ölüdeniz yazmalarında da geleceği beklenen peygamber ve mesîhlerden bahsedilmektedir (bk. YAHUDİLİK).

İlk hıristiyanlar mesîhle alâkalı bu yahudi fikirlerinin birçoğunu alıp onu Îsâ’ya uygulamış, böylece Îsâ Yeni Ahid’de, Eski Ahid’de belirtilen ve yaklaşık olarak milâttan önce 220’den beri yahudi toplumunda canlılığını sürdüren mesîhî beklentilerin gerçekleşmesi şeklinde tanımlanmış, nihayet mesîh kelimesi havâriler döneminde Îsâ’nın adı olmuştur.

Yeni Ahid mesîhin millî ve politik liderliği özelliğini tamamen reddeder. Îsâ, “Benim krallığım bu dünya krallığı değildir” demekte (Yuhanna, 18/36), politik içerikli olmayan “insanoğlu” tabirini kendisi için kullanmakta ve Dâvûd’un neslinden geldiğini belirtmektedir. Şu halde Yeni Ahid’deki mesîh anlayışı Yahudiliğin mesîh beklentilerinin bir kısım özelliklerini kullanmakla kalmamış, aynı zamanda ona yeni bazı nitelikler de eklemiştir ki bu özelliklerden birincisi ve en önemlisi şudur: Yeni Ahid’de insanoğlundan bahseden metinler açıkça insanoğlunun ölümü ve eziyet çekmesine işaret ederken yahudi mesîh anlayışlarında eziyet çekme özelliği insanoğlu ile hiç alâkalandırılmamıştır. İkinci olarak Îsâ, Yeni Ahid’de vaad edilen mesîh şeklinde düşünüldüğünde o, İşaya 53’te zikredilen “Tanrı’nın eziyet çeken kulu” ile özdeşleştirilmiştir. Üçüncü olarak Yeni Ahid’deki mesîhe “Tanrı’nın oğlu” denmekte, Yahudilik’te ise mesîh Tanrı’nın oğlu diye nitelenmemektedir. Dördüncü olarak hıristiyanlar Îsâ’nın, hayatı boyunca mesîhî beklentileri gerçekleştiren bir kişi olduğuna inanmaktadır. O, zamanın sonunda bu beklentileri gerçekleştirmek için tekrar gelecektir, yahudiler ise Îsâ’yı mesîh kabul etmemektedir.

Îsâ’nın tebliği, öğretileri ve faaliyetleri “Tanrı’nın hükümranlığının yeryüzüne gelişini ilân” şeklinde özetlenebilir. Bu ise insanları tövbeye ve Tanrı’nın mağfiretine daveti içermektedir. Îsâ insanlarla bu yolla ilişki kurmuş ve bu yolla günahkârları Tanrı’nın dostluğuna ve kurtuluşa çağırmıştır. Sözlerinde ve fiillerinde Îsâ güçlü bir otorite, Tanrı’nın kurtuluşa götüren elçisi hissini uyandırıyordu. Bu şahsî otorite, onun “baba” dediği (Abba, Markos 14/36) hakîm Tanrı ile mevcut olan yakın ilişkisine dayanmaktaydı. Îsâ bu Tanrı’nın iyi, inâyet sahibi, hakîm ve bağışlayan olduğunu da vurgulamıştı. Bütün söz ve fiillerinde Îsâ kendini açıkça Tanrı’nın huzurunda ve onun irade ve kanunu (Tevrat) dahilinde hissetmekteydi. Îsâ’nın sözleri, Tanrı’nın hükümranlığının mahiyeti ve insanların nasıl yaşaması gerektiğine dair açıklamalardan oluşmakta, ortaya koyduğu mûcizevî fiilleri de ilâhî gücün ve O’nun hükümranlığının tezahürü şeklinde algılanmaktaydı. Îsâ’nın ilân ettiği Tanrı’nın hükümranlığı eskatolojik karakterdeydi ve tövbe edenler bu hükümranlığa girebilecekti.

Yeni Ahid’e göre Îsâ’nın mesîh olarak kabul edilmesi, her ne kadar o kendini hitap ettiği kitlelere böyle tanıtmamışsa da kendiliğinden gelişen bir olgudur. Îsâ’nın gerek sözleri gerekse çeşitli uygulama ve mûcizeleri sebebiyle çevresindekiler onun mesîhliğini (Yuhanna, 4/29) ve aynı anlama gelen Dâvûd oğlu oluşunu (Matta, 12/23) gündeme getirmişler, hatta mesîh olduğunu açıklaması için onu zorlamışlardır (Yuhanna, 10/24).

Yeni Ahid’de Îsâ’nın mesîh oluşuna işaret eden, bir kısmı çarmıha gerilmeden önce cereyan etmiş bazı olaylar vardır. Meselâ Petrus’un kardeşi havâri Andreas, başka bir defa da Marta onu mesîh olarak kabul etmekte (Yuhanna, 1/41; 11/27), Petrus onun mesîh olduğunu söylemekte, bunun üzerine Îsâ ona sessiz olmasını ve insanoğlunun eza çekmek zorunda bulunduğunu bildirmektedir (Matta, 16/13-20; Markos, 8/29-31). Îsâ’nın mesîhliğine işaret eden başka bir hadise de dirildikten sonra havârilere göründüğü zaman Thomas hariç bütün havârilerin bunu itiraf etmesidir (Yuhanna, 20/21-29). Bu olaylar sebebiyle ilk hıristiyan cemaati Îsâ’yı kendilerinin yaşayan rabbi olarak tanımıştır. Diğer bir olay ise Îsâ’nın Pavlus’a görünmesidir ki bu olaydan sonra Pavlus hakikati tanımıştır.

Bu örneklere rağmen Îsâ, Yuhanna (4/26) dışında hiçbir yerde kendisinin mesîh olduğunu belirtmediği gibi bunu söyleyenlere de bu konuda sessiz kalmalarını öğütlemekte, kendisi için daha çok insanoğlu ifadesini kullanmaktadır. Sadece Markos’ta (14/62), Matta (26/64) ve Luka’nın (22/67) hilâfına başkâhinin, “Allah’ın oğlu mesîh misin?” sorusuna “evet” diye cevap vermektedir. Hatta Îsâ’nın talebeleri ve etrafındaki kişilerin onu bir peygamber olarak gördüğüne dair Yeni Ahid’de çeşitli ifadeler bulunmaktadır (Luka, 24/19; Resullerin İşleri, 3/22-23; 7/37). Ayrıca bizzat Îsâ kendisi hakkında peygamber ifadesini kullanmaktadır (Markos, 6/1-4; Luka, 13/32-35); ancak yine de hıristiyan topluluğu Tanrı’nın mesîhî kurtuluşu Îsâ’nın şahsında gerçekleştirdiğine kanidir.

Hıristiyan inancına göre Îsâ’nın mesîh olarak kabul edilmesinde en etkin faktör havârilerin Îsâ’nın ölümünden sonraki inanç ve telakkileri olmuştur. Onlar, çarmıha gerilmiş Îsâ’nın yeniden hayata kavuştuğunu ve bazı kişilere göründüğünü iddia etmiştir. Petrus, haça gerilip dirilen Îsâ’nın Allah tarafından hem rab hem de mesîh kılındığını söylemiştir (Resullerin İşleri, 2/36). Îsâ’nın çarmıha gerilmesinin ardından insanlara görünmesi, önceleri sadece bu iddiada bulunan kişilere mahsus olarak düşünülmüşken daha sonra hıristiyan topluluğu Îsâ’nın yeniden dirilmesini onaylamıştır. Bu aynı zamanda Îsâ’nın mesîh olduğunun delili sayılmış, böylece Îsâ inanan topluluğun yaşayan rabbi olarak tanınmıştır.

Îsâ’dan önceki iki asırdan daha fazla bir süre boyunca yahudi inanç ve dindarlığı çeşitli mesîhî beklentileri bilmekteydi, fakat onlar zafere ulaşmış bir mesîh yerine çarmıha gerilmiş birini hiç düşünmemişlerdi. Halbuki Yeni Ahid’in her tarafında mesîh kelimesi Îsâ’nın ölümü ve yeniden dirilmesiyle irtibatlı olarak yorumlanmıştır; özellikle Markos mesîhin çarmıha gerilmiş biri olduğunda ısrar etmiştir. Îsâ’nın gerçek kimliği çilesi ve ölümüyle kendini göstermiştir. Bu mesîh anlayışı hıristiyan düşüncesine göre ilâhî rahmete işaret etmektedir. Zira Tanrı insanlığın daha fazla günah içinde kalmasına rıza göstermemiş, insanlığın günahına kefâret olmak üzere biricik oğlunu göndermiştir.

İnsan-ilâh ilişkisine dair temel kaynak olarak Tevrat’ı gören yahudiler Hıristiyanlığın bu yeni mesîh anlayışını sorgulamışlardır. Ancak bu yeni anlayış aynı zamanda, Yahudiliğin dar kurtuluş fikri yerine evrensel kurtuluş fikrine doğru önemli bir adımdı, zira İnciller’e göre kurtuluş herkes içindir. Kısaca Yahudilik’te esasen bilinen kurtuluş fikri yabancıları da (gentile) içine alarak evrenselleştirilmiş, daha sonraları Hıristiyanlık yabancıların dini haline gelmiştir.

Hıristiyanlık kendi yahudi geçmişindeki bir kısım özellikleri muhafaza etmiş, İbrânîce Eski Ahid’i kendi açısından okuyarak muhafaza etme yoluna gitmiştir. Diğer taraftan Yahudilik’teki kurban etme ve acı çekme gibi kavramlar, Pavlusçu ilâhiyatta Îsâ’nın kendini haçta feda etmesi ve bunun günahlara kefâret olarak sayılması doktrinlerine çevrilmiştir. Hıristiyanlık seçilmiş insan fikrini korumuş, fakat onu ırk ve bölgenin ötesine genişleterek herkesin Tanrı’nın kulu olabileceği konumuna getirmiş, Yahudiliğin apokaliptik geleneğinin unsurlarını muhafaza edip onu antik hıristiyan topluluğunun sabırla beklediği, Îsâ’nın ikinci gelişine uygulamıştır.

Mesîh unvanı Îsâ’ya onun tekrar dirilmesinin ardından verilmiş ve artık onun ikinci ismi olmuştur. Îsâ’ya bunların yanında iki unvan daha verilmeye başlanmıştır ki biri “rab” (Yunanca kurios), diğeri ise Matta ve Yuhanna tarafından kullanılan “Tanrı’nın oğlu” unvanıdır. Sağlığında Îsâ Tanrı’ya “baba” ismiyle hitap etmiştir. Halbuki ilk hıristiyanlar Îsâ’nın dünyayı kurtarmada Tanrı ile şahsî olarak özdeşleştiğine inanmışlardır. Bir zamanlar fiiliyatta birliktelik şimdi şahsiyette birliktelik olarak yorumlanmış, sonraları ona Tanrı’nın biricik oğlu ve sadece Tanrı denmeye başlanmıştır. İlk hıristiyanlar için yeniden dirilen mesîhin daha önce mânevî alanda bir varlığı söz konusuydu; bu ise Îsâ ile ilgili birçok hıristiyan doktrininin gelişmesine sebep olmuştur.

Îsâ’nın mesîh olarak yorumu, yahudi-hıristiyan anlayışından başlayıp gnostik anlayışa ve bu ikisi arasında kendilerine Doğu hıristiyanları diyenlere kadar teolojik farklılıklara uzanan bir zeminde büyük bir çeşitlilik arzeder. Hıristiyan toplumları otonom bir varlığa sahip oldukları müddetçe bu tür farklılıklara devamlı müsamaha gösterilmiştir. Ancak millî kilisenin ve imparatorluk kilisesinin organizasyonu ve bunun 314 yılı civarında devlet tarafından kabulünün ardından birliğin, disiplinin ve itaatin formları Roma ve İstanbul’da merkezîleşen yeni dinî otorite tarafından tesis edilmiştir. İmparatorluk devlet otoritesi tarafından 325’te toplanan İznik Konsili ve kilise nihayet inananların beden, zihin ve ruhlarında otorite iddia etmiş ve kiliseye mutlak itaati emretmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlığın müesseseleşmesinden sonra, dinî otoriteyi temsil eden kilise yönetimi ve konsiller, inanç ve uygulama esaslarını belirlemiş, farklı ve aykırı yorum ve davranışları din dışı ilân etmiştir. Bugün hıristiyan mezheplerinin Hz. Îsâ ve Mesîh’le ilgili tarihî süreç içinde çeşitli tartışmalar sonunda ortaya konmuş inançları vardır (bk. HIRİSTİYANLIK; ÎSÂ; MEHDÎ).

Kur’an’da mesîh, Hıristiyanlık’ta olduğu gibi Hz. Îsâ’nın ölümünden sonra dirilişi üzerine kendisine verilmiş bir sıfat olmayıp doğumundan itibaren onun için kullanılmıştır. Kavram Kur’ân-ı Kerîm’de Hıristiyanlık’taki anlamıyla yer almamakta, Îsâ’nın kendisinden önce gelenler gibi bir peygamber olduğu vurgulanmaktadır. Bazı hadislerden hareketle Hz. Îsâ’nın kıyamet alâmetleri kapsamında tekrar yeryüzüne döneceğini ifade eden anlayış, âlimler arasında tartışmalı bir husustur (bk. ÎSÂ [Kelâm]). Müslüman milletlerin edebiyatlarında Hz. Îsâ Mesîh, Mesîh İbn Meryem, Mesîh-i Îsâ adlarıyla yer aldığı gibi Türk-İslâm edebiyatında bunların yanında diğer isim ve lakaplarıyla pek çok manzum-mensur eserde işlenmiştir (bk. ÎSÂ [Türk Edebiyatı]).
 

Alev Dilek

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
18 Şub 2021
10
1,085
78

İtibar Puanı:

Kurân'da, İsa'nın çarmıha gerilmediği ve çarmıhta -veyâ başka bir şekilde- insanlar tarafından öldürülmediği öğretilir.
Bunun ben mecazi anlamda kullanıldığına inanıyorum, ellerinden ve ayaklarından bağlanan bir insanın hareket edememesini sağlamak, yerinden etmek deyimi gibi bir anlam içerdiğini düşünürsek daha aydınlatıcı oluyor.
 

Yaren99

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
19 May 2020
15
3,772
78

İtibar Puanı:

Bazı kaynaklarda Mesih'in günahlarından arınmış, tereddütsüz inanan seyahat eden anlamlarına geldiğini ve bu kişinin Meryem'den doğma Hz. İsa olduğu yazıyor. Kuran'da birçok ayette Hz. İsa'nın adı veya lakabı olarak "Mesih" kelimesinin geçtiği söyleniyor.
Mesih olarak âhir zamanda geri dönecek olması Kurân'da açıkça Meryem oğlu İsa'nın âhir zamanda geri gelip gelmeyeceği yazılı değildir. Âhir zamanda İsa'nın geleceğinin haber verildiği hadisler vardır. İsa, geldiğinde Deccâl'i helâk edecektir. Ancak, İslâm bilginleri, Deccâl'in mâhiyeti, İsâ'nın gelişinin mâhiyeti ve Deccâl'i helâk edişinin mâhiyeti konusunda oldukça farklı yorumlar yapmışlardır.
Benim şahsi düşüncem Kuranda net şekilde geleceğini işaret eden deliller vardır, anlamak için kuranı bir bütün olarak ele almak gerekir. Çünkü yaratıcımız biz yarattığımız tüm toplumlara bir elçi gönderdik diye belirtir. Ayrıca En'am süresinin 42 nolu ayeti
" Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. "
vb bir sürü ayet vardır.
 

LauraHooms

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
19 Ara 2020
13
1,382
78

İtibar Puanı:

Mesih olarak âhir zamanda geri dönecek olması Kurân'da açıkça Meryem oğlu İsa'nın âhir zamanda geri gelip gelmeyeceği yazılı değildir. Âhir zamanda İsa'nın geleceğinin haber verildiği hadisler vardır. İsa, geldiğinde Deccâl'i helâk edecektir. Ancak, İslâm bilginleri, Deccâl'in mâhiyeti, İsâ'nın gelişinin mâhiyeti ve Deccâl'i helâk edişinin mâhiyeti konusunda oldukça farklı yorumlar yapmışlardır.
Benim şahsi düşüncem Kuranda net şekilde geleceğini işaret eden deliller vardır, anlamak için kuranı bir bütün olarak ele almak gerekir. Çünkü yaratıcımız biz yarattığımız tüm toplumlara bir elçi gönderdik diye belirtir. Ayrıca En'am süresinin 42 nolu ayeti
" Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. "
vb bir sürü ayet vardır.
Kur'an'da: Nisa Suresi 158-159. ayetler şöyle der: "...Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır"

Aynı şekilde bende geleceğini hatta hiç gitmediğini şuanda dünya da olduğuna eminim. :ok:
 

Meryem Demirel

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
21 May 2020
11
2,025
78

İtibar Puanı:

"Hristiyanlar ise, "İsa Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözleridir." Allah'ı bırakıp, hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. (Tevbe:30-31) Andolsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle kâfir oldu…. (Maide 72) Bir de inkârlarından ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından ve "Biz Allah'ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih'i öldürdük" demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. (Nisa:157) Hadisler: Hadisler Muhammed'in ölümünden yaklaşık 200 yıl sonra yazılan, İslam'ın "sözlü kültür" ürünleridir. “Ruhum elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, adil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İsa İslam’dan başka şeyi kabul etmeyecektir. Döneminde mal o kadar çok olacak ki, kimse dönüp de mala bakmayacaktır.” Bazı hadisler ise Mesih ve Mehdi’nin aynı ve tek kişi olduğu yönündedir.
 

Aliciaviene

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
27 Eki 2020
13
1,714
78

İtibar Puanı:

Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.

Bu âyetten itibaren 62. âyete kadar Hz. Îsâ’nın dünyaya gelişi, özellikleri, görevi, kendisine tuzak kurulması ve yüce Allah’ın katına yükseltileceğinin bildirilmesi hakkında bilgi verilmekte, Resûlullah’tan bu hakikatleri inkâr edenleri karşılıklı lânetleşmeye çağırması istenmektedir. Bu konularda Kur’an-ı Kerîm’in başka sûrelerinde de açıklamalar bulunmaktadır. Ancak toplu bir bakış sağlamak üzere İnciller’de ve Kur’an’da Hz. Îsâ hakkında yer alan bilgilerin burada özetlenmesi yararlı olacaktır.

Hz. Îsâ Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da hem Îsâ hem de Mesîh olarak adlandırılmaktadır. Fakat Kur’an’ın ifadesiyle “Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur” (Nisâ 4/171). Hıristiyanlık’ta ise o, Tanrı’nın oğlu dolayısıyla Tanrı kabul edilmektedir.

Batı dillerinde Îsâ Mesîh’in karşılığı “Jesus Christ”tir. Îsâ karşılığında kullanılan Jesus isminin aslı, İbrânîce’de “Yahve kurtuluştur, Yahve kurtarır” mânasına gelen Yehôşûa’dır. Bunun kısaltılmış şekli olan Yeşûa kelimesi Grekçe’ye “Iesous”, oradan da Latince’ye “Iesus” biçiminde geçmiştir. Hıristiyan Araplar “Yesû‘” kelimesini kullanmaktadırlar. Îsâ kelimesinin Arapça olduğunu ileri sürenler olmuşsa da müslüman dilciler genellikle bu kelimenin İbrânîce veya Süryânîce’den geldiğini kabul etmektedir. Mesîh sıfatı karşılığında kullanılan Christ kelimesinin aslı ise Grekçe Christos’tur (Hristos). Arapça’daki “mesîh” kelimesinin kökeniyle ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür (bunlara aşağıda değinilecektir).

Kur’an-ı Kerîm Hz. Îsâ’nın doğum yeri ve doğum tarihi hakkında bilgi vermemektedir. Hıristiyan ilâhiyatında Îsâ’nın dünyevî hayatından çok ölümü, dirilmesi ve göğe yükselmesi önem taşıdığı için, sahih sayılan bugünkü İnciller’de dünyevî hayatı üzerinde fazla durulmamış, onun bu yönünü öne çıkaran, çocukluğu ve gençliği hakkında bilgi veren İnciller ise sahih kabul edilmemiştir. Mevcut İnciller’de onun Beytlehem’de dünyaya geldiği kaydedilmekle birlikte Nâsıralı olarak takdim edilmektedir (krş. Matta, 2/1, 13/54-57; Markos, 6/1-4; Luka, 2/4-11, 4/16, 24; Yuhanna, 1/45). Dolayısıyla bu ifadeler arasında çelişki bulunup bulunmadığı tartışılmıştır. Hz. Îsâ’nın doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber milâdî başlangıç olarak kullanılan tarihin yanlış olduğu kabul edilmektedir. Bazı tarihî bilgiler ışığında yapılan araştırmalar onun doğum tarihinin milâttan önce 5. yılın sonu veya 4. yılın başı olduğunu göstermektedir. Hz. Îsâ’nın doğduğu ay ve gün hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Batı kiliselerince Îsâ’nın doğum günü sayılan 25 Aralık ise milâttan sonra IV. yüzyılda uzun tartışmalar sonunda kabul edilmiş bir tarihtir ve esasen Îsâ’nın doğumuyla alâkalı değildir. 25 Aralık Roma İmparatorluğu’nda güneş ilâhı Mithra’nın bayramı olarak kutlanıyordu. IV. yüzyılda hıristiyanlar, Malaki kitabında yer alan “Fakat size, ismimden korkanlara, salâh güneşi kanatlarında şifa olarak doğacak” (4/2) ifadesini Hz. Îsâ olarak yorumlamışlar, güneş ilâhı Mithra’nın yerine “salâh güneşi Îsâ”yı koymuşlar ve bu günü “noel” olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan Doğu ve Ermeni kiliselerinde 6 Ocak Hz. Îsâ’nın doğum günü olarak kabul edilmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın İmrân ailesine mensup olduğu ve bu ailenin Allah tarafından seçilip üstün kılındığı belirtilmekte; Îsâ’nın annesi Meryem’in babasından İmrân ismiyle söz edilmektedir (bk. Âl-i İmrân 3/33-35). İnciller’de ise Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’in annesinden ve babasından söz edilmemekte, Zekeriyyâ’nın hanımı Elizabeth’in kız kardeşinin çocuğu olduğu belirtilmektedir. Meryem’in annesinin adı İslâmî kaynaklarda Hanne, hıristiyanî kaynaklarda Anna şeklinde geçer. Matta ve Luka İncilleri’nin Hz. Îsâ’nın şeceresini çelişkili biçimde verdiği görülmektedir (krş. Matta, 1/1-17; Luka, 3/23-38). Matta’nın verdiği soy kütüğü listesinde Hz. Dâvûd’dan Îsâ’ya kadar olan bölümde yirmi sekiz isim varken, Luka’nın verdiği listede bu sayı kırk birdir. Diğer taraftan şecerenin bu bölümüyle ilgili isimlerde de farklılıklar vardır. Üstelik Îsâ’nın babasız dünyaya geldiği kabul edildiği halde her iki liste Meryem’in nişanlısı Yûsuf’la son bulmaktadır. Birbiriyle çelişen bu iki listeyi uzlaştırmak için, Matta’daki listenin dülger Yûsuf’a, Luka’daki listenin ise Meryem’e ait olduğu ileri sürülmüştür; fakat bu te’vil çelişkiyi izah etmekten uzaktır.

Hz. Îsâ’nın dünyaya gelişiyle ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de ve İnciller’de verilen bilgiler arasında benzerlikler ve farklılıklar vardır. 35-44. âyetlerde açıklandığı üzere, Kur’an’a göre İsrâiloğulları’ndan İmrân’ın karısı hamile kalır ve doğacak çocuğunu Allah’a (mâbed) adar. Umduğunun aksine bir kız doğurur, “Ben onun adını Meryem koydum ve işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı sana ısmarlıyorum” diyerek mâbede emanet eder. Hz. Zekeriyyâ Meryem’in bakımını üstlenir ve Meryem, mâbedin doğu tarafında bir odaya (mihrap) yerleştirilir. Hz. Meryem orada Allah tarafından rızıklandırılır; iffetli, her çeşit kötülükten uzak olarak büyür, herkesin imrendiği erdemli bir şahsiyete ulaşır. Meryem sûresinde yer alan ve bu âyetlerde (45 vd.) belirtilenle paralellik taşıyan açıklamalara göre Cebrâil, Meryem’e insan şeklinde görünür. Meryem irkilir ve ondan Allah’a sığınır. Cebrâil Allah tarafından görevlendirilmiş elçi olduğunu bildirerek Meryem’e bir erkek çocuk doğuracağı müjdesini verir. Meryem, iffetli bir insan olduğu ve kendisine erkek eli değmediği halde nasıl çocuğunun olacağını sorunca da Cebrâil, bunun Allah için kolay olduğunu söyler. Daha sonra Allah ruhundan üfler ve Meryem hâmile kalır (ayrıca bk. Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12). 47. âyette bu noktanın izahı için şöyle buyurulmuştur: “İşte öyle, Allah dilediğini yaratır, bir işin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol!’ der, o da oluverir.” Ayrıca Kur’an, Hz. Meryem’in doğum sancısından, çevresinden gördüğü tepkiden ve Hz. Îsâ’nın beşikte iken konuşmasından söz eder (Meryem 19/16-34).

İnciller’de verilen bilgilere göre (Matta, 1/18-25; Luka, 1/26-38) Cebrâil melek, Yûsuf ile nişanlı olan ve Nâsıra şehrinde oturan Meryem’in yanına gelerek “Selâm, ey nimete eren kız, rab seninledir” diye selâm verir. Meryem bu sözlerden şaşırır. Melek ona korkmamasını söyler, Allah önünde inâyet bulduğunu, bir oğlan doğuracağını, adını Îsâ koyacağını, onun büyük olacağını, ona “yüce Allah’ın oğlu” denileceğini, rab Allah’ın ona babası Dâvûd’un tahtını vereceğini, Ya‘kub’un evi üzerinde ebediyen saltanat süreceğini ve onun melekûtuna hiç son olmayacağını bildirir. Meryem’in “Bu nasıl olacak? Çünkü ben er bilmem” şeklindeki şaşkınlık içeren sorusuna ise “Rûhulkudüs senin üzerine gelecek, Yüce olanın kudreti üstüne gölge salacak; bunun için de doğacak olan mukaddese Allah’ın oğlu denecektir” diye cevap verir ve Allah’tan olan bir sözün hükümsüz kalmayacağını belirtir. Meryem Rûhulkudüs’ten gebe kalır. Aralarında ilişki olmadan nişanlısının gebe kalması üzerine sâlih bir adam olan Yûsuf, Meryem’i âleme rüsvâ etmemek için gizlice ondan ayrılmayı düşünür, fakat bu sırada rabbin meleği rüyada Yûsuf’a görünerek, “Sen Dâvûd oğlu Yûsuf, Meryem’i kendine karı olarak almaktan korkma, çünkü kendisinde doğmuş olan Rûhulkudüs’tendir. Ve bir oğul doğuracaktır ve onun adını Îsâ koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak olan odur” der. Bunun üzerine Yûsuf, rabbin meleğinin kendisine buyurduğu gibi yapar ve karısını yanına alıp bir oğul doğuruncaya kadar onu bilmez (onunla cinsel ilişkide bulunmaz) ve çocuğun adını Îsâ koyar. Luka İncili’ndeki bilgiye göre Yûsuf ile Meryem, İmparator Augustus’un buyrultusu üzerine yapılan nüfus sayımında kendilerini yazdırmak üzere Galile’deki Nâsıra şehrinden Yahudiye’de Dâvûd’un şehri olan Beytlehem’e giderler. Bu sırada Meryem’in doğurması vakti gelir, orada ilk oğlunu doğurur, onu kundağa sarar ve handa kendilerine yer olmadığından bir yemliğe yatırır (2/1-7). Çok eski bir geleneğe göre ise Îsâ ahırda değil Beytlehem’e yakın bir mağarada dünyaya gelmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın hayatının tebliğ faaliyetine kadar geçen dönemiyle ilgili olarak sadece şu ifade yer alır: “Meryem oğlu ile annesini de bir âyet yaptık; ikisini de kalmaya elverişli, kaynak suyu bulunan yüksekçe bir yere yerleştirdik” (Mü’minûn 23/50). Daha sonraki dönemi hakkında verdiği bilgiler de İnciller’deki kadar ayrıntılı değildir. Kur’an’a göre Hz. Îsâ, semadan sofra indirmenin (Mâide 5/111; Saf 61/14) dışında, çamurdan kuş yapıp ona üfleme ve onun da kuş oluvermesi, ölüyü diriltme, körü ve cüzzam hastalığına tutulmuş kişiyi iyi etme, evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber verme gibi çeşitli mûcizelerle desteklenmiştir (Âl-i İmrân 3/49; Mâide 5/110). Peygamberliğini ortaya koyan açık delillere rağmen Hz. Îsâ’ya inanmayanlar onu öldürmek üzere tuzak kurar, plan yaparlar, fakat Allah onların planlarını bozar (Âl-i İmrân 3/54) ve Hz. Îsâ’yı kendi nezdine yükseltir (Nisâ 4/158).

Hz. Îsâ’nın hayatının tebliğ faaliyetine başlamasına kadarki dönemiyle ilgili olarak İnciller’de yer alan bilgiler özetle şöyledir: Îsâ, dünyaya geldikten sonra sekizinci günde sünnet edilir. Kırk günlük olunca Meryem’le Yûsuf, onu Mûsâ’nın şeriatına göre Tanrı’ya sunmak üzere Kudüs’e götürürler. Kudüs’te İsrail’in teselli bulmasını bekleyen ve kendisine Rûhulkudüs tarafından Mesîh’i görmeden ölmeyeceği bildirilmiş olan Simon adındaki sâlih ve dindar adam “ruh”un sevkiyle mâbede gelir, Îsâ’yı kucağına alır ve kurtarıcıyı gözleriyle gördüğü için Allah’a şükreder. Anası ve babası onun için söylenen şeylere şaşırırlar. O sırada Anna ismindeki yaşlı kadın peygamber de gelip benzer şeyler söyler. Rabbin şeriatına göre gerekenler yapıldıktan sonra Meryem’le Yûsuf, Îsâ’yı alarak Galile’ye, kendi şehirleri olan Nâsıra’ya dönerler (bk. Luka, 2/21-39). Îsâ Yahudiye Beytlehem’inde doğduğu zaman müneccimler Kudüs’e gelip “Yahudilerin kralı doğan zat nerededir? Çünkü onun yıldızını şarkta gördük ve ona secde kılmaya geldik” derler. Bunu işiten Kral Hirodes’in yüreği oynar. Müneccimleri gizlice çağırıp çocuğu araştırmalarını ister, “Bulduğunuz zaman bana haber verin ki ben de gelip ona secde kılayım” der ve onları Beytlehem’e gönderir. Onlar da şarkta gördükleri yıldızın izince gidip çocuğun bulunduğu eve ulaşırlar, eve girip anası Meryem’le çocuğu görünce yere kapanıp ona secde kılarlar, Hirodes’in yanına dönmesinler diye rüyada kendilerine bildirildiğinden memleketlerine başka yoldan giderler. Müneccimler yola çıktıktan sonra rabbin meleği Yûsuf’a rüyada görünüp Kral Hirodes’in Îsâ’yı öldürmek istediğini, bunun için onu ve anasını Mısır’a götürmesini, ikinci bir bildirime kadar orada kalmasını söyler. Yûsuf da Meryem ve Îsâ’yı alarak Mısır’a götürür. Kral Hirodes müneccimler tarafından aldatıldığını anlayınca çok kızar, Beytlehem’de ve bütün sınırları içindeki iki veya daha küçük yaştaki çocukları öldürtür. Hirodes’in ölümünden sonra Yûsuf meleğin bildirmesi üzerine çocuğu ve anasını alıp İsrâil diyarına döner. Hirodes’in yerine oğlunun kral olduğunu öğrenince oraya gitmeye korkar ve rüyada verilen bilgi üzerine Galile taraflarına çekilir ve Nâsıra’da oturur (Matta, 2/1-23). Îsâ büyür, kuvvetlenir ve hikmetle dolar; Allah’ın inayeti de ondan ayrılmaz. Bu arada Îsâ on iki yaşına gelince yahudi geleneğine uyularak Fısıh bayramı dolayısıyla Kudüs’e götürülür. Onu kaybeden ailesi, daha sonra mâbedde muallimler arasında dinî tartışmalar yaparken bulur. Îsâ’nın sorduğu sorular ve verdiği cevaplar oradakileri hayretler içinde bırakır. Sonra ana-babasıyla Nâsıra’ya gelir ve onlara itaatli olur. Bu dönemde de Îsâ hikmet ve kamette, Allah ve insanlar nezdinde inayette ilerleyip mesafe kateder (Luka, 2/40-52). Îsâ’nın, öğretilmediği halde kutsal yazıları açıp onları okuması insanları şaşırtır (Luka, 4/16-20; Yuhanna, 7/14-17).

Hz. Îsâ’nın tebliğ faaliyetine (Luka, 3/23’teki ifadeyle “hizmetine”) başlaması hakkında İnciller’de verilen bilgileri de şöyle özetlemek mümkündür: Îsâ otuz yaşlarına geldiği sıralarda Hz. Yahyâ “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu (hükümranlığı) yakındır” diye Yahudiye çölünde vaaz ederek meydana çıkar. Kudüs, bütün Yahudiye ve bütün Erden çevresi ona gelip günahlarını itiraf eder ve Yahyâ onları vaftiz etmeye başlar. Mesîh olmadığını, kendisinin suyla vaftiz ettiğini, kendinden sonra gelecek olanın ise “kutsal ruh”la ve ateşle vaftiz edeceğini bildirir. Onunla beraber yahudiler büyük bir ümitle Mesîh’i beklemeye başlarlar. Bu sırada Îsâ vaftiz olmak üzere Galile’den Erden’e gelir. Yahyâ asıl kendisinin onun tarafından vaftiz edilmeye muhtaç olduğunu söylerse de Îsâ “Şimdi bırak, çünkü her salâhı böylece yerine getirmek bize gerekir” der. Îsâ vaftiz olunup sudan çıktığında gök açılır ve kutsal ruh bedenleşmiş bir surette güvercin gibi onun üzerine iner ve gökten “Benim sevgili oğlum budur (sensin) ve ondan (senden) hoşnudum” diye bir ses işitilir. Sonra Îsâ, Rûhulkudüs’le dolu olarak Erden’den döner, ruh tarafından çöle sevkedilir. Kırk gün kırk gece oruç tutar. Bu arada İblîs tarafından denenir, şeytan Îsâ’yı kandıramaz (Matta, 3/1-17, 4/1-11; Markos, 1/1-13; Luka, 3/1-22, 4/1-13; Yuhanna, 1/15-34; Îsâ’nın İblîs tarafından denenmesi olayı sadece sinoptik İnciller’de yani ilk üçünde yer almaktadır).

Hz. Îsâ’nın bir veya üç yıl süren tebliğ faaliyeti sırasında gelişen olaylar –onun biyografisi niteliğinde olan– İnciller’de geniş biçimde ele alınmaktadır. Bunlar ana hatlarıyla şöyledir: Îsâ’nın asıl tebliğ hayatı Galile’de geçer. Bu bölgede değişik yerleri dolaşan ve birkaç defa Kudüs’e giden Îsâ iki defa kendi memleketi olan Nâsıra’dan çıkarılır. Gittiği yerlerde halka vaaz eder, meseller vererek gerçekleri anlatır, muhataplarına vaktin tamam olduğunu, Allah’ın melekûtunun (hükümranlığı) yakın olduğunu, tövbe etmelerini ve İncil’e inanmalarını bildiren Îsâ, değişik zamanlarda ve yerlerde birçok mûcize gösterir: Suyu şaraba dönüştürür, çeşitli hastalıklara yakalanan insanları, kör ve dilsizleri iyileştirir, kötü ruhları çıkarır, ölüleri diriltir, çöldeki fırtınayı yatıştırır, beş bin kişilik bir topluluğu beş yemek ve iki balıkla doyurur, ölümünü ve dirilişini önceden haber verir, kendi sûreti değişir. Îsâ’ya inananlar çoğalır; buna karşılık cumartesi yasağı ile ilgili kuralları ihlâl etmesi yahudi otoritelerince tepkiyle karşılanır. Îsâ kendisine inananlar arasından havâri denilen on iki kişi seçer. Onlara nasıl dua edeceklerini öğretir. Meşhur dağ vaazını verir. Yazıcıların ve Ferîsîler’in çeşitli vesilelerle yönelttikleri eleştirileri ve sordukları soruları cevaplandırır. Havârilerini civar köy ve kasabalara göndererek Allah’ın hükümranlığını haber vermelerini ister. Yahudilerin, özellikle de onlar içinde en mutaassıp grup olan Ferîsîler’in dini yanlış yorumladıklarını, sadece dış görünüşe önem verip asıl mânayı unuttuklarını vurgular. Yahudilerin dinî anlayış ve yaşayışlarına yönelttiği tenkitler onların tepkisini çeker ve Îsâ’yı yok etmeye karar verirler. Havârilerden biri olan Yahuda İskariyot, Îsâ’yı ele vermek için, başkâhinlerle otuz gümüş para karşılığında anlaşır. Ancak Fısıh yemeği sırasında Îsâ, Petrus’un sürçeceğini, kendisinin de ele verileceğini bildirir, havârilerinden uyanık durup dua etmelerini ister. Biraz uzaklaşıp secdeye kapanır ve dua eder; havâriler ise onu dinlemeyip uyurlar. Kısa bir süre sonra Yahuda İskariyot, Romalı asker ve yahudilere Îsâ’yı gösterir ve tutuklatır. Sanhedrin denilen yüksek dinî meclis Îsâ’yı sorguya çeker, öldürülmesine karar verilir. Ertesi gün tekrar toplanan Sanhedrin Îsâ’yı, Roma’nın bölge valisi Pilatus’a gönderir; zira idama mahkûm etmek, resmen Roma valisinin yetkisindedir. Ancak Romalı idarecilerin dinî meselelere karışmadıklarını, dolayısıyla Pilatus’un önünde Îsâ’yı dinî düşünceleri sebebiyle suçlamanın idam cezasını onaylatmayı sağlamayacağını bildiklerinden onu halkı Romalılar’a karşı kışkırtmak, kendisini İsrâil’in kralı olarak tanıtmak ve böylece Roma kayserinin hâkimiyetini inkâr etmekle itham ederler. Pilatus Îsâ’yı sorguya çeker, fakat söz ve eylemlerinin suç oluşturmadığı kanaatine varır. Bunun üzerine onu salıvermek isterse de yahudiler Îsâ’yı suçlamakta ısrar ederler. Pilatus sorumluluktan kurtulmak için çare arar, Îsâ’nın Galile’den olduğunu öğrenince onu Hirodes’e gönderir. Hirodes Îsâ’yı sorgulayıp Pilatus’a iade eder. Gönlü Îsâ’yı affetmekten yana olan Pilatus sonunda halkın baskısı karşısında haça gerilmesini kabul edip Îsâ’yı onlara teslim eder. Bunun üzerine yahudiler Îsâ’yı Golgota denilen yere götürürler, dikenlerden bir taç örüp başına koyarlar, onunla alay edip üzerine tükürürler ve çarmıha gererler; başının üzerine de “Nâsıralı Îsâ, yahudilerin kralı” diye bir yazı asarlar. Cuma günü sabah saat dokuzda haça gerilen Îsâ öğleden sonra saat üçte ruhunu teslim eder. Ölümü anında “Allahım! Allahım! Beni niçin bıraktın?” diye seslenir. Askerlerden biri onun böğrünü mızrakla deler. Îsâ’nın cesedini Pilatus’tan izin alıp mezara koyarlar. Pazar günü Îsâ’nın kabrini ziyarete gelenler, mezarın boş olduğunu görürler. Îsâ dirilmiş olarak onlara görünür. Resûllerin İşleri’ndeki bilgiye göre (1/3-11) Îsâ elem çektikten sonra kırk gün süreyle onlara (havâriler) görünerek kendisini birçok delille diri göstermiş, Allah’ın melekûtu hakkında onlara öğütlerde bulunmuş, tâlimatlar vermiş; öğütlerini söyledikten sonra onlar bakarken yukarı alınmıştır. Markos’taki bilgiye göre (16/19) Îsâ göğe alınınca Allah’ın sağına oturmuştur.

İnciller’e göre Hz. Îsâ babasız dünyaya gelmiştir; hıristiyanlar bu durumu onun Tanrı’nın oğlu olmasıyla açıklar ve Hz. Îsâ’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna inanırlar. Bununla birlikte İnciller’de Hz. Îsâ, bir taraftan Allah’ın oğlu ve rab diye, diğer taraftan da peygamber, kudretli bir peygamber, kral, yahudilerin kralı, Mesîh, Allah’ın kuzusu, Âdem oğlu, Yûsuf oğlu, Dâvûd oğlu, insanoğlu gibi sıfatlarla anılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere İnciller’de Hz. Îsâ’nın çarmıha gerildiği, öldüğü, kısa bir süre sonra dirildiği ve daha sonra göğe alındığı belirtilir. Bu olay Hıristiyanlık’taki önemli bir inanca yani Hz. Îsâ’nın insanların günahlarına kefâret olarak çarmıha gerildiği inancına temel kılınmıştır. Yine İnciller’deki ifadelere göre –büyük sıkıntı ve felâketleri takiben– Îsâ (İnsanoğlu) dünyanın sonuna doğru tekrar gelecek, bütün melekler kendisiyle beraber olarak izzetiyle gelince izzetinin tahtı üzerine oturacak, iyileri kötülerden ayıracak, iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandıracaktır (Matta, 24/4 vd., 25/31-46; Markos, 13/4 vd.; Luka, 21/7 vd.).

Kur’an-ı Kerîm’e göre Hz. Îsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamberdir ve kendisine İncil verilmiştir (Âl-i İmrân 3/49; Nisâ 4/171; Zuhruf 43/59; Hadîd 57/27; Saf 61/6; onun ülü’l-azm peygamberlerden sayılması hakkında krş. Ahzâb 33/7 ve Ahkaf 46/35). Adı Îsâ, sıfatı Meryem oğlu, lakabı Mesîh olarak geçen (Âl-i İmrân 3/45) Hz. Îsâ ile ilgili olarak Kur’an’da kullanılan belli başlı ifadeler şunlardır: Îsâ Allah’tan bir kelimedir (Âl-i İmrân 3/45; Nisâ 4/171) ve bir ruhtur (Nisâ 4/171); Rûhulkudüs ile desteklenmiştir (Bakara 2/87, 253; Mâide 5/110); annesiyle birlikte Allah tarafından bir âyet kılınmıştır (Mü’minûn 23/50); Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştir (Mâide 5/110; Âl-i İmrân 3/48); annesine karşı hürmetkârdır (Meryem 19/32); sâlihlerdendir, şânı yücedir, Allah’a yakın olanlardandır (Âl-i İmrân 3/45-46); Allah ona kitap vermiş, onu peygamber yapmış, mübarek kılmıştır (Mâide 5/75; Meryem 19/30-31); bir insandır, bir kuldur (Nisâ 4/172; Mâide 5/75; Meryem 19/30; Zuhruf 43/59); beşikte iken konuşan peygamberdir (Âl-i İmrân 3/46; Mâide 5/110; Meryem 19/29-33); Tevrat’ı tasdik etmiş, bazı yasakları kaldırmıştır (Âl-i İmrân 3/50-51; Mâide 5/46); kavmine namazı ve zekâtı emretmiştir (Meryem 19/31); ayrıca “Ey İsrâiloğulları! Bilin ki benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim” (Saf 61/6) diyerek Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir.

Kur’an’da Hz. Îsâ’nın babasız dünyaya gelişi ilâhî kudretin bir tecellisi olarak nitelenmekte ve bu sûrenin 59. âyetinde onun yaratılışıyla Âdem’in yaratılışı arasındaki benzerliğe işaret edilmektedir. Ayrıca Kur’an’da Hz. Îsâ’nın kendisini asla ilâh olarak takdim etmediği açık biçimde belirtilmektedir (bk. Mâide 5/116-117; Hz. Îsâ’nın Hıristiyanlık’taki “teslîs” inancının bir öğesi haline getirilmesi ve Kur’an’ın bu anlayışı mahkûm etmesi hakkında bk. Nisâ 4/171; Mâide 5/72-76). Öte yandan Kur’an Hz. Îsâ’nın öldürülmediğini, çarmıha da gerilmediğini; Allah katına yükseltildiğini bildirmektedir (bu konuda bilgi için bk. Nisâ 4/155-161).

Kelime, gerek sözlü gerek sözsüz anlatımları ifade eden bir sözcüktür. Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ’dan kelime diye bahsedilmesi değişik şekillerde açıklanmıştır. Yaygın olan yoruma göre Hz. Îsâ, insanın meydana gelmesinde bilinen şeklin dışında (baba faktörü olmaksızın) yani yüce Allah’ın “ol” sözünün doğrudan sonucu olarak ana rahmine düştüğünden böyle anılmıştır. Esasen bütün yaratılmışlar, Cenâb-ı Allah’ın varlık verme (tekvîn) iradesinin eseri olarak, fakat yine O’nun iradesiyle var olan ve işleyen bir sebepler manzumesi içinde meydana gelirler. Hz. Îsâ’da ise Allah Teâlâ baba faktörünün bulunmamasını murat ettiğinden, onu bu mûcizevî yaratılışının belirgin bir ifadesi olmak üzere “kendisinden bir kelime” şeklinde anmıştır (Râzî, VIII, 47; İbn Âşûr, III, 245). Bu yorumla bağlantılı olarak bazı eserlerde “kelâm” ve “kelime” sözcükleri arasındaki ilişkiye değinilir ve ikincisinin daha kapsamlı olduğuna dikkat çekilir: Kelâm “sırf işitme duyusu aracılığı ile bir mâna telkin edilmesi”ni ifade ederken, kelime “gerek işitme gerekse görme duyularıyla telkin edilen mânalar”ı kapsar. Buna göre ağızdan çıkan anlamlı sesler veya kitapta yazılı anlamlı yazılar kelime olduğu gibi, evrene bir bakıldığında belirgin biçimde algılanan ve gözden gönüle geçip his etkisi altında cüz’î veya küllî bir mâna telkin eden somut varlıklar da birer kelimedirler. İşte Hz. Îsâ da bunlardan biri idi ve Hz. Meryem’e böyle bir tesirle gelmişti (Elmalılı, II, 1101). Bazı bilginler yüce Allah’ın daha önceki peygamberlere gönderdiği kitaplarda Hz. Îsâ’nın geleceğini bildirip ondan “söz” etmiş olması sebebiyle Hz. Îsâ’nın bu şekilde anıldığı kanaatindedirler. Başka bir yoruma göre ise kelime, Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Îsâ’ya verdiği bir isimdir (bk. İbn Atıyye, I, 435; Hıristiyanlık’ta Hz. Îsâ’nın “kelime=logos” olarak nitelenmesinin anlamı hakkında bk. Nisâ 4/171).

Âyet-i kerîmede kelime sözcüğünün onu yüce Allah’a bağlayan bir ifade içinde kullanılması, yani “O’ndan (Allah’tan) bir kelime” denmesindeki incelikler açıklanırken şu hususa dikkat çekilir: Buradaki “-den,

-dan, tarafından” mânalarına gelen “min” harfi, hıristiyanların ve hulûl teorisi taraftarlarının (Allah’ın insan biçimine girdiğini savunanların) düşündüğü gibi –hâşâ– Hz. Îsâ’nın O’ndan bir parça olduğunu belirtme anlamında olmayıp, onun yaratılışında Allah’ın kelimesinin etkisinin daha açık ve güçlü olduğunu ifade içindir. Bir başka anlatımla, baba faktörünün bulunmadığı ve Hz. Îsâ’nın doğrudan doğruya O’nun “ol” emrinin sonucu meydana geldiği vurgulanmaktadır (Râzî, VIII, 49). Burada “bi-kelimetihî” (O’nun kelimesi) buyurulmayıp da “bi-kelimetin minhü” şeklinde nekre (belirsiz) bir isim olarak geçmesinden hareketle bazı ifade incelikleri tesbit edilmesi ise (bk. Elmalılı, II, 1101-1102) kanaatimizce isabetli değildir. Çünkü Nisâ sûresinin 171. âyetinde Hz. Îsâ hakkında “kelimetühû” (O’nun kelimesi) ifadesi kullanılmıştır.

Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ’nın lakabı olarak anılan mesîh kelimesini birçok müfessir Arapça mesh kökünden türemiş kabul ederek buna değişik mânalar vermişlerdir (bk. Râzî, VIII, 49-50). Kelimenin Ârâmîce aslı olan meşîhâ ve İbrânîce aslı olan mâşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrâiloğulları’nda hükümdarlık görevine başlarken kâhin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur (bk. Zemahşerî, I, 189; Reşîd Rızâ, III, 305; Ömer Faruk Harman, “Hz. Îsâ”, İFAV Ans., II, 423; a.mlf., “Mesih”, a.g.e., III, 224). Muhammed Abduh, Mesîh lakabının bu gelenek içinde taşıdığı anlamın Hz. Îsâ’ya uygun düştüğünü şöyle açıklar: Hükümdar, adaleti gerçekleştirmesi ve halkın uğradığı haksızlıkları gidermesi için başa geçirilir. Îsâ Mesîh de bunu yapmıştır. Zira yahudiler, Hz. Îsâ peygamber olarak gönderildiğinde kutsal kitabın lafızlarına sımsıkı yapışmış, kutsal kitap yazarlarının ve Ferîsîler’in anlayış ve kuruntularına mutlak biçimde teslim olmuş bulunuyorlar, bu sebeple de büyük sıkıntılar çekiyorlardı. İşte Mesîh onların dinin gerçek amaçlarına dönmelerini ve haksızlıkları ortadan kaldıran kardeşliğe yönelmelerini sağlamıştır. M. Reşîd Rızâ bu yorumun, Hz. Îsâ’nın hükümdarlığının maddî değil mânevî (ruhanî) olduğu anlamına işaret ettiğini belirttikten sonra; bu âyette Hz. Îsâ hakkında Mesîh kelimesinin bir özel isim olarak kullanıldığı ve özel isimlerde sözlük anlamının taşıdığı sıfatların bulunmasının şart olmadığı fikrini daha kuvvetli bulur (Reşîd Rızâ, III, 305). Bazı müfessirler Mesîh kelimesinin İbrânîce’de “mübarek, kutlu” anlamına geldiğini belirterek bu anlam ile “Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı” (Meryem 19/31) meâlindeki âyet arasında bağ kurarlar (bk. Zemahşerî, I, 189).

Âyet-i kerîmede Hz. Îsâ “Meryem oğlu” şeklinde anneye nisbet edilmekte, böylece bir taraftan onun babasız dünyaya geldiğine ve Allah katında özel bir yere sahip olduğuna diğer taraftan da Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstünlüğüne işaret edilmektedir (Zemahşerî, I, 190; Râzî, VIII, 50). Burada Meryem oğlu buyurularak Hz. Îsâ’yı –hâşâ– Allah’ın oğlu kabul eden hıristiyanlara reddiyede bulunulduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

“İtibarlı” diye çevirdiğimiz vecîh kelimesi “şerefli, itibarlı, yüksek mertebeye sahip” anlamlarına gelir. Hz. Îsâ’nın dünyadaki itibarı peygamberlik ve diğer insanlara üstün olma, âhiretteki itibarı da kendine şefaat yetkisi verilmesi ve cennette yüksek mevkilere konması şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, I, 436; Zemahşerî, I, 190). Bir âyet-i kerîmede Hz. Mûsâ’ya kavminin büyük sıkıntılar çektirdiğine değinildikten sonra onun Allah katında itibarlı (vecih) olduğu belirtilir (Ahzâb 33/69). Hz. Îsâ’nın da ağır ithamlara mâruz kaldığı göz önüne alınırsa, burada revâ görülecek kötü muamelenin onun değer ve itibarına halel getiremeyeceğinin bildirildiği; ayrıca “dünyada da âhirette de itibarlı” buyurularak Hz. Îsâ’nın tebliğ görevi esnasında horlanacak olsa da daha sonra asırlar boyu insanların ona gönüllerinde ulvî bir yer ayıracağı mânasının bulunduğu düşünülebilir. Buna bağlı bir anlam da, onun bu şeref ve itibariyle ilâhî tebliğ görevi ve “kul”luk vasfı arasında sıkı bir irtibat bulunduğu ve insanların ona “tanrı”lık vasfı vermesinin gerçek statüsünde bir değişiklik meydana getirmeyeceğidir.

“Yakın kılınanlar”dan (mukarrabîn) maksat, meleklerden özel konum ve göreve sahip olanlar (meselâ bk. Nisâ 4/172), Allah katında yüksek mertebeye lâyık görülen kullar (meselâ bk. Vâkıa 56/88), dünyada yüksek mevki sahibi kişilerden itibar gören insanlardır (meselâ bk. Şuarâ 26/42). Burada da Hz. Îsâ’nın Allah katında çok üstün bir mevkiye sahip olacağı bildirilirken, aynı zamanda onun kulluk sıfatına imada bulunulmaktadır. Bazı müfessirler bu kelime ile onun göğe kaldırılacağına ve meleklerin arasına katılacağına işaret edildiğini belirtirler (meselâ bk. Zemahşerî, I, 190; Râzî, VIII, 51. Hz. Îsâ hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Îsâ”, DİA, XXII, 465-473; a.mlf., “Hz. İsa”, İFAV Ans., II, 423-431).
 
Geri
Üst Alt