Maniheizm, 3. ve 7. yüzyıllar arasında etkili olan bir din ve felsefe öğretisidir. Bu inanç sisteminde, ruh ve beden ilişkisi karmaşık bir şekilde ele alınmaktadır.
Maniheizm'de, evrenin iki zıt ilkeye sahip olduğuna inanılır: Işık ve karanlık. Ruhlar ışığın, bedenler ise karanlığın etkisindedir. Ruhlar ışığın saf ve iyi olduğuna, bedenler ise karanlığın saf ve kötü olduğuna inanılır.
Bu bağlamda Maniheizm'e göre, ruhun aslında maddi değil, ışıksal bir formu vardır. Beden ise maddi, dolayısıyla karanlık doğanın bir parçasıdır. Dolayısıyla, ruh bedene hapsolmuş durumdadır ve bu dünyada bedenin etkisinden kurtulması gerekmektedir.
Maniheizm'de bedenlerin kötü olduğu düşüncesi, bedenlerin insanları dünyevi zevklere ve arzulara sürükleyen bir güç olduğunu varsayar. Bu nedenle, Maniheizm'de ruhu kurtarmanın yolu, beden üzerindeki kontrolü sağlamaktan geçer. Sürekli bir arınma ve tüketimden kaçınma, ruhun bedenin etkisinden özgürleşmesine yardımcı olabilir.
Ancak Maniheizm'in bu görüşleri, insan bedeninin yanlış ve kötü olduğu düşüncesini yayarak fiziksel dünyaya karşı bir düşmanlık yaratmış ve insanların bedenlerini reddetmelerine ve dünyadan kaçmalarına neden olmuştur. Bu inanç sistemi, bazen dünyada yaşayan insanları zor bir ruhsal çatışmanın içine sokabilir.