Varoluşçuluğun Tarihsel Gelişimi Nasıldır?

Paylaşımı Faydalı Buldunuz mu?

  • Evet

    Oy: 70 100.0%
  • Hayır

    Oy: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    70

ErSan.Net 

İçeriğin Derinliklerine Dal
Yönetici
Founder
21 Haz 2019
34,557
1,768,599
113
41
Ceyhan/Adana

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başlarında Avrupa'da ortaya çıkan bir felsefi akımdır. Ama felsefenin birçok dalı gibi, varoluşçuluk da tarihsel olarak gelişmiştir.

Varoluşçuluk, özellikle 1930'larda ve 1940'larda, Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Albert Camus gibi önemli filozofların çalışmalarıyla tanınmaya başladı. Bu filozoflar, insanın özgürlüğü, varoluşu ve anlamı gibi konularda felsefi tartışmalar yürüttüler.

Bu dönemde Avrupa'nın genelinde savaşlar ve siyasi istikrarsızlık yaşandı. Bu çalkantılı dönem, varoluşçu filozofların düşüncelerini etkiledi ve insanın varoluşsal sorunlarını daha da ortaya çıkardı.

Sartre, varoluşçuluk felsefesine özellikle etkili bir katkı yaptı. Ona göre, insanların özgür iradeleri sayesinde varoluşlarını kendileri yaratmaları gerekiyordu. Bu, insanların kendilerini gerçekleştirme güçlerinin olduğu anlamına geliyordu.

Simone de Beauvoir, kadınların varoluşsal sorunlarına özel bir dikkat gösteren varoluşçular arasındaydı. Ona göre, kadınlar toplumsal cinsiyet rollerinin belirlenmesi ile kısıtlanmışlardı ve özgürlükleri sınırlanmıştı.

Albert Camus, acı gerçeklerle yüzleşmenin insan hayatının bir gerçeği olduğunu savundu. Ona göre, anlamsızlıklarla dolu bir dünyada yaşayan insanlar, özgürlüklerinden ödün vermeli ve anlamı kendileri yaratmalıydı.

Günümüzde varoluşçuluk, birçok disiplin üzerinde etkili olan kalıcı bir felsefi harekettir. Psikoloji, edebiyat, sinema, sosyoloji ve feminizm gibi birçok alanda varoluşçu düşünceler etkisini sürdürmektedir.
 

Gülçin

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
2 Nis 2023
34
1,105
83

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılda özellikle Fransa'da gelişen bir felsefi akımdır. Ancak varoluşçuluk felsefesi, farklı düşünürlerin düşünceleriyle birlikte uzun bir tarihe sahiptir.

Varoluşçu felsefenin temelleri, 19. yüzyılda ortaya çıkan romantizm ve idealizm akımlarıyla atılmıştır. Romantizm akımı, bireyselliğin ve özgürlüğün önemini vurgularken, idealizm akımı da gerçekliğin sadece zihinde var olduğunu savunmuştur.

Varoluşçuluk, bu düşüncelerin etkisinde gelişerek, 20. yüzyılda filozofları etkilemiştir. Varoluşçu düşünce, modern dünyanın kaosunda kaybolma ve anlamsızlık hissine karşı bir cevap olarak ortaya çıkmıştır.

Bunun yanı sıra, Varoluşçuluk, özellikle Martin Heidegger'in felsefesiyle bağlantılıdır. Heidegger, insan varoluşunun özünün "varoluşçu" olduğunu savunmuş, bu da varoluşun anlamının, insanın kendisini açığa çıkarması ve tamamlayıcı bir amaca sahip olmasıyla olduğunu belirtmiştir.

Varoluşçuluğun diğer önemli bir öncüsü ise Jean-Paul Sartre'dir. Sartre, insan varoluşunun özgür olduğunu savunmuş ve varoluşun anlamının, kendini seçme ve yaratma özgürlüğünde yattığını belirtmiştir.

Varoluşçuluk, Albert Camus ve Simone de Beauvoir gibi diğer önemli yazarlar ve düşünürlerce de ele alınmıştır. Günümüzde de varoluşçu düşünce, farklı disiplinlerdeki çalışmalarda etkisini sürdürmektedir.
 

Derya Kaya

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
22 Şub 2021
161
5,022
93

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başlarında Fransa'da ortaya çıkmış bir felsefi akımdır. Bu akım, insanın varoluşunu ve onun anlamını irdeleyen bir yaklaşımı temsil eder. Varoluşçuluk, insanın bedensel, duygusal, zihinsel ve toplumsal açıdan varoluşunu inceleyerek, onun yerini ve anlamını sorgular.

Varoluşçuluğun tarihsel gelişimi, 20. yüzyılın başında, existentia adlı bir dergi ile başlamıştır. Bu dergide, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi düşünürler, insanın varoluşunu ve anlamını ele alarak varoluşçuluğun temellerini atmışlardır.

Heidegger, insanın ontolojik bir varlık olduğunu ileri sürmüş, onun varoluşunu anlamlandırmak için dikkate alınması gereken birçok unsur olduğunu belirtmiştir. Bunlar arasında kişisel tarih, dil, kültür, varlık, ölüm ve zaman gibi kavramlar yer almaktadır.

Sartre ise, insanın özgürlüğünü, olgunluğunu ve ahlaki sorumluluğunu vurgulamıştır. O, insanın özgür iradesinin, ahlaki değerlerin ve dünyaya karşı duyarlılığının varoluşunun önemli unsurları olduğunu savunmuştur.

Camus ise, insanın anlamsızlığı ve yabancılaşmasını ele almıştır. Ona göre, insan yaşamının anlamı, hiçbir şeyin kaydedilmeyeceği, anlamsız bir evrende yaşama barışıdır.

Sonuç olarak, varoluşçuluk felsefesi, insanın varoluşunu, dünya ilişkisini ve anlamını temel alan bir yaklaşımdır. Bu akımın tarihsel gelişimi, Heidegger, Sartre ve Camus gibi önemli düşünürlerin felsefelerine ve eserlerine dayanmaktadır.
 

Semra

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
4 Şub 2023
31
2,089
83

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başlarında Franz Kafka, Friedrich Nietzsche, Søren Kierkegaard, Martin Heidegger gibi düşünürlerin eserleriyle başladı. Ancak varoluşçuluğun kökleri, 19. yüzyılın sonlarına kadar takip edilebilir. Bu dönemde insanın hayatın anlamını arayışı, sanatsal ve felsefi düşünceleri etkiledi.

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başlarında Sartre, Camus, Beauvoir gibi düşünürlerin eserleriyle doruk noktasına ulaştı. Bu düşünürler, insanın özgürlüğü, varoluşun anlamı, toplumsal yapıların insan üzerindeki etkisi gibi konulara odaklanıyorlardı.

İkinci Dünya Savaşı öncesinde, varoluşçuluğun anahtar kavramları gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladı. Savaş sonrasında ise varoluşçuluk, özellikle Fransız entelektüel yaşamında etkili oldu. Varoluşçuluğun popülaritesi, özellikle 1960'larda dünya çapında arttı.

Varoluşçuluk, modernizmin bireysel özgürlük çabaları, tarihsel süreklilik anlayışına karşı duruşu ve insanın kendi varoluşunu yaratma gücüne vurgusuyla özgün bir yer aldı. Bugün de, felsefi ve kültürel düzlemde varoluşçuluk düşüncesi, birçok insanın hayatında yer tutmaya devam ediyor.
 

Sadun

Emektar Üye
Kayıtlı Kullanıcı
14 Mar 2023
32
964
83

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başında Fransa'da doğan bir felsefi akımdır. Bu akımın temel düşüncesi, insanın varoluşunun anlamını ve değerini keşfetmeye çalışmaktır. Bu felsefi akımın doğuşu, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından gelen toplumsal ve siyasi çalkantılarla da bağlantılıdır.

Varoluşçuluğun öncülerinden Jean-Paul Sartre, 1945 yılında yazdığı "Varoluşçuluk Nedir?" adlı eserinde, insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu vurgulamıştır. Diğer bir öncü olan Martin Heidegger ise, insanın ölüme doğru ilerleyen varoluşsal bir varlık olduğuna dikkat çekmiştir.

1960'lı yıllarda Amerika'da, Albert Camus ve Jean-Paul Sartre gibi varoluşçuların düşünceleri de yaygınlaşmıştır. Bu dönemde varoluşçuluk, kültürel ve siyasi çalkantıların etkisi altında kalmıştır.

21. yüzyılda varoluşçuluk, özellikle psikoloji ve psikoterapi alanında yeniden popülerlik kazanmıştır. Varoluşçu terapi, bireyin kişisel olarak anlam ve amaca kavuşmasını teşvik etmek için kullanılan bir yöntemdir.

Bugün varoluşçuluk, insanın varoluşsal sorunlarını ve anlamını araştırmada önemli bir felsefi disiplindir.
 

Simge Kaya21

Aktif Üye
Kayıtlı Kullanıcı
23 Haz 2023
80
120
33

İtibar Puanı:

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başında özellikle Fransa'da gelişen bir felsefi akımdır. İnsanın varoluşunu, özgürlüğünü, seçimlerini ve anlam arayışını merkeze alan bir düşünce sistemidir.

Varoluşçuluk, öncelikle Sören Kierkegaard'ın (1813-1855) düşünceleriyle ortaya çıkmıştır. Kierkegaard, dini bir filozof olmasına rağmen, bireyin özgürlüğünü ve sorumluluğunu vurgulamıştır. Bireyin varoluşunu, tanrısal ve dünyasal arasında bir çatışma olduğunu savunmuştur.

Ardından, Friedrich Nietzsche'nin (1844-1900) düşünceleri de varoluşçuluğun gelişiminde etkili olmuştur. Nietzsche, "Tanrı'nın Ölümü" olarak bilinen düşüncesini ortaya atmış ve insanın özgürlüğünü ve gücünü vurgulamıştır. Nietzsche'nin felsefesi, insanın yaşamını anlamlandırmak için üzerinde yükseldiği değerler sisteminin ortadan kalkması gerektiğini savunur.

20. yüzyılın başlarında, varoluşçuluk Jean-Paul Sartre (1905-1980), Albert Camus (1913-1960), Martin Heidegger (1889-1976) gibi filozofların düşünceleriyle daha da gelişmiştir.

Jean-Paul Sartre, varoluşun özünün varlık kadar önemli olduğunu savunmuş ve insanın özgürlüğünü vurgulamıştır. İnsanın varoluşu, kendi seçimlerini yaparak ve sorumluluklarını kabul ederek anlam kazanır.

Albert Camus ise absürdizm adını verdiği bir düşünce sistemini geliştirmiştir. Ona göre, insanın varoluşu anlamsız ve çelişkili olabilir. Ancak insan, absürt durumu kabul ederek yaşama anlam katabilir.

Martin Heidegger, varoluşun anlamını "Dasein" (varolan) olarak adlandırmıştır. Ona göre, insan varoluşunun temel özelliği, geleceği belirleyebilme yetisine sahip olmasıdır. İnsan, özgürlüğü ve seçimleriyle kendi varoluşunu belirler.

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın ortalarından itibaren diğer disiplinlere de etki etmiştir. Edebiyat, psikoloji ve sosyoloji gibi alanlarda da etkili olan bu akım, insanın varoluşsal sorunları ve anlam arayışı üzerinde derinlemesine düşünmeyi teşvik etmektedir.
 
Geri
Üst Alt