- 9 Mar 2023
- 1
- 108
- 28
İtibar Puanı:
Higgs: Süper İletken Gök Madde (Sigma)
Evrenin en uzak noktasına kadar uzay boş değildir. Akışkan yapısıyla enerji dolu evren, dev bir okyanusa benzemektedir. Tüm gök cisimleri dâhil olmak üzere her şey bu denizin içinde yaşamaktadır. Bilim dünyası bu dolgu hakkında Higgs demektedir.
İster gündüz ister gece gökyüzüne baktığımızda mutlak bir boşluk gördüğümüzü sanıyoruz. Boşluk kavramı madde hareketine imkân vermeyeceği gibi ışık ve manyetik alanın ilerlemesine engel teşkil eder. Yer değiştiren ve yayılan şeklindeki erimlerin iletilmesi için bir
iletkenin varlığı şarttır. Bu gerekliliğin farkına varmış nice bilim adamı bu manada fikir beyan etmişlerdir.
Gerek yabancı gerek İslam âlimleri evreni dolduran bu madde için “Esir ya da Eather” ismini vermiş ve onu, hafif ve seyrek bir madde olarak tanımlayıp böyle bahsetmişlerdir.
Dünyadaki fiziksel yaşamdaki tüm ayrıntılar tek tek incelendiğinde, her şeyin bir taşıyıcı ve iletici tarafından nakledildiklerini görmekteyiz. Örneğin ısı nakli için yağ, su ve hava gibi iletkenler kullanılır. Vakum ortamlarda ısı transferi durma noktasına gelmektedir.
Gözümüzle görmesek bile etkilerinden dolayı varlığından şüphe etmediğimiz elektriğin bir iletken olmadan nakledilmesi imkânsızdır. Kinetik hareketler krank milleri, biyel kolları ve kaldıraç manivelaları tarafından taşınmaktadır. Sigma’yı algılamakta çekilen zorluklar sebebiyle bu örneklerin dışında tutularak yanılgıya sebep olan kütle, ışık ve manyetik alanın iletimi konusunda bir iletkene ihtiyaç duyulmadan ilerlemeleri öylece sorgulanmadan kabil edilmiş bu gereklilik göz ardı edimiştir.
Pekâlâ, uzay maddeyle dolu ise neden ona dokunamıyor onu algılayamıyoruz? Algı noksanlığı bize Sigma’nın yokluğunu ya da onun yoğunluğunun miktarının çok az olduğunu zannettirir. Oysa Sigma, bu yanılgının aksine muazzam bir yoğunluğa sahiptir. Bu denizin
yüzeyi ise atomların yüzleridir.
Sigma’nın kendisi için ağırlık olgusu mümkün olmamaktadır. Bu durumda evrenin her noktasında Sigma’nın sağladığı eşit basınç sergiler. Yüzey ve derinliğin konuşulamayacağı bu ortamda minimum yoğunluk veya uzaklarda dip basıncı etkisi gibi farklı etki izlenemez.
Yerçekimi kanunu adı altında bilinen kabul, gerçekte çift yönlü çalışır. Gök ismi verilen kuark içindeki boşluğun çekme etkisini icra edebilmesi için başkaca gök içindeki enerjiyi emmesi gerekir.
Böylece çekilen enerji ağırlık olarak gözlemlenir. Şöyle ki bir mıknatısın demiri çekmesini, onların aralarına karşılıklı ağızlık etkisi izlenmektedir. Çekim alanı kesilemezdir. Göklerin içindeki enerji seviyesine bağlı olduğu için çekme kuvveti bu enerji seviyelerindeki değişime bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Yerçekimini yeryüzünde temin eden unsur, gezegenin çekirdeğindeki magmada mevcuttur. Çekirdek ısısına görece daha az enerji barındıran kuarkların çekim gücünün muhatabı magmadır. Bu yüzdendir ki gezegenlerin çekim güçleri farklılık arz ederler.
Gezegenlerin sıcak çekirdekleri ve soğuk mantoları arasında ki çekim kuvveti kuarkların içindeki enerjisiz ortam sayesinde neşet eder.
Bilim dünyası çekirdeğin merkezinde maksimum basınç olduğunu sanmaktadır, bu mantık dışıdır. Gerçekte çekirdekte boş küre mevcuttur.
Çekirdek ve kabuk arasındaki kuvvet yüzünden eriyik haldeki lav, yeryüzüne doğru çekilecektir. Bu yüzden merkezde de yerkabuğuna doğru çekim kuvveti vardır. Buna göre dünyanın çekim etkisi, yerkabuğu ile dünyanın merkezinin yarı mesafesi yani 3200 Km lik derinliğinde sıfır mesabesindedir.
Evrendeki tüm yıldızlar, kendi sistemleri içindeki gök cisimlerini sıcak çekirdeklerinden ötürü çekmektedir. Doğrusu Güneşimiz başta olmak üzere tüm yıldızların yüksek çekim gücü, kendi sıcaklıklarının olmaması yüzündendir. Bunu onların çekim gücüne
bakarak söylemiyoruz, çekim gücünün soğuk ortamların icraatı olduğuna dayandırıyoruz.
Güneş başta olmak üzere tüm yıldızların enerji seviyeleri alabildiğine azdır. Uzaya saçılan atıl ısıyı radyoaktif ışınımlarla toplayarak evrenin soğuk kalmasını sağlamalarının yanı sıra yansıttıkları fotonlarla enerjinin yeniden kullanımını sağlarlar. Yani yıldızlar geri dönüşüm tesisleridir.
Yaydıkları fotonlar onların krona katmanlarında biriken enerjinin geri gönderilmesinden ibarettir. Güneşin/yıldızların enerji plama/soğurma özelliği radyoaktif ışıma olarak tanınıyor.
Radyoaktivite gerçekte bir yayılım değil emilimdir. Atom bombasının patlamasını müteakip yayılan enerjinin hemen ardından gelişen olay, içlerindeki enerjiyi salarak boşalan atomların kaybettikleri enerjiyi geri toplama eğilimleridir.
Gündüzün güneş ışığında aşırı ısınmış balkon veya toprak alanda geceleyin ay ışığının vurduğu ve vurmadığı iki farklı bölgede ısı ölçümü yapmalısınız. Gözlemlemeniz gereken ayrıntı; ay ışığının çarptığı alanların birkaç derece daha fazla soğuduğunu tespit etmenizdir.
Gündüzleri güneşten gelen fotonlarla taşınan enerjiyle ısınan nesneler aynı anda bir miktar soğumaktadır. Isınma miktarının fazla oluşu nedeniyle bu soğumanın farkında olamıyoruz. Olayı gece ay ışığında yapacağınız bir gözlemle izleyebilirsiniz.
Ay yüzeyi ışık fotonlarını az bir miktar yansıtır (Albedo) fakat buna mukabil radyoaktif ışımayı- emilimi- daha fazla yansıtır. Böylece güneşin yaydığı ısıdan daha fazla seviyede soğurduğu ısı gözlemlenebilir olur.
Sonuç olarak evreni dolduran Sigma’nın mevcudiyeti, yıldız dediğimiz boş alanların enerji toplama ve foton yayma özelliklerine zemin hazırlamaktadır. Isının ve fotonların ilerleme hızlarındaki sınırlı olma durumu da onun varlığını ispatlanmaktadır.
(Yavuz ÖZMEN; Nisan 2001 İstanbul)
Kırmızıya Kayma (Red Shift)
Gök Madde’nin (Higgs) süper iletkenliği, kütle hareketlerinde yavaşlatıcı engel oluşturmamaktadır. Uzayda hareket kazanmış kütleler hızlarını sonsuz süre koruyarak ilerlemektedirler. Kütlesiz varlıklar olan fotonların ivmelenmesi için kuvvet gerekmemektedir. Bu yüzden kaynaktan çıkan ışık fotonları, görünen evrenin içinde seyahat etmektedir. Şu an kabul edilen 13,7 yıl evren yaşı ise atomik küçülmeyi şişen evren olarak değerlendirmenin sonucunda elde edilmiş oldukça yüksek bir değerdir.
Aşırı kırmızıya kayama değerleri ile hesaplanan evren yaşı 25 ila 100 milyar yıl çıkmaktadır, bu çıktıyı elde eden fizikçiler dahi bir yanlışlığın var olduğunu vurgulamakta lakin değerlendirmelerinde sürekli yaptıkları yorum hatasını sürdürmektedirler.
Evrenin şişmesi teoreminin çelişki içeren durumlar doğurduğu bilinmektedir. Kırmızıya kayma olayında etkin faktör evrenin genişlemesi değil bilakis atomik küçülme etkisi gözlenmektedir. Uzayın derinliklerinden gelen yıldız ışıklarındaki kırmızıya kayma şeklindeki dalga boylarının uzunluğunun evrenin büyümediği manasını taşımadığını gösteren en büyük kanıt, dünya üzerinde yapılan ışık hızı ölçüm sonuçlarıdır, en doğru ışık hızı belirleme amacı için yapılan ölçüm sonuçları bizi hayretler içinde bırakacak şekilde hızlanıyormuş şeklinde değişim içermektedir. Yani dünyadaki ışık bile bir manada kırmızıya kaymaktadır.
Işığın davranışı dalga karakteriyle açıklanmaya çalışılıyor. Evet, manyetik alanın genişleyen dalgalar su yüzeyindeki dalgalara benzemektedir. Su yüzeyindeki dalganın yayılım hızının, sıvının viskozitesi ile bağıntısı vardır. İşte ışığın Sigma içindeki yayılım hızı onun
viskozitesine bağlıdır ve mutlak bir sabittir. Yani ışık fotonları kaynağından ayrıldıktan sonra kaynağın davranışları onu etkilemeyecek ve böylece mutlak sabit olan ışık hızıyla seyahatini sürdürecekti. Işık kaynağının hızının, fotonların hızına etkisinin olmadığını bilmekteyiz. Yani hareket halindeki bir fenerin yaydığı ışığın hızı, fenerin hızıyla toplanmamaktadır.
Einstein’in uzaydaki kütlelerin ışığı büktüğü tespiti aslında, kütle civarlarındaki Sigma’nın yoğunluğunun artmasından ötürüdür. Einstein Sigma’nın (higgs) varlığını kabul etmemiştir.
Işığın hızındaki, Evrensel atomik küçülmeyi ispatlayan bu artış, logaritmik değişim arz etmektedir. Sadece iki ölçüm sonucunun anlattığı sadece değişimin varlığı olacaktır.
Değişimin logaritmasının çıkarılması için epeyce uzun aralıklarda yapılmış dört hız lazımdır. Işık hızını ölçerken elde edilen değerlerin piko metre hassasiyeti ile yapılması halinde bile bin yıla yakın bir gözlem süresine ihtiyaç duyulabilir. Tam burada “Red shift- Kırmızıya kayma” imdadımıza yetişir.
Atomik ve kozmik küçülme eğrisi: Bir gökadanın yaratılışından karadelik olma aşamasına kadar geçer süreyi ifade eder. Eğrinin anlattığı küçülme hızlanmaktadır. Eğer Lineer küçülme olsa idi bunu anlamak çok kolay olurdu. Farklı kırmızıya kayma oranları evreni sabit olduğunu, genişlemenin Atomik küçülmeye bağlı kütle küçülmesi olduğundan merkezcil olmayan genişleyen evren paradoksunu çözmektedir. Küçülmeyi, ipe bağlı bir ağırlığın bir çubuk etrafında döndürülürken ipin çubuğa sarılmasına benzetebiliriz, ip boyu
kısaldıkça atomik hızlanma gerçekleşmektedir.
1963 te Maarten Schmidt tarafından yıldıza benzer bir gök cisminin yüzde 300 oranında kırmızıya kayan ışığı tespit edilmiştir. Eğer gerçekten kırmızıya kayma uzaklaşmayı ifade ediyorsa; Birincisi bu gök cismi, ışıktan üç kat hızla bizden uzaklaşıyor demenin imkân
dışı olduğu; İkincisi, bu yıldızın ışığının gücünün bu kadar parlak olamayacağı; Üçüncüsü, bu verilere göre uzaklığı hesaplandığında evrenin yüzlerce milyar yaşında olduğu paradokslarını doğurur. Görüldüğü üzere baştaki bir yanlışı ayakta tutabilmek için üretilen bu geçersiz yasalar ve keşifler birde ödüllendirilmektedir. Asıl ironi ise bunu bilimde ilerlemiş üstün batı medeniyeti diye takdim edilmesinin, karşı kesimlerde hayranlıkla kabul görmesidir.
Tabi ki kırmızıya kayma ve Hubble aleyhine bu kadar delil çıkınca, bir karşı atak geliştirildi. Birtakım hesap düzeltmeleri ile kendi formül ve yasalarının doğru, evrenin kusurlu olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Şöyle ki; kırmızıya kaymanın doğruluğunu destekleyen bir delil
bulunabilirse problem Hubble nin lehine çözülecekti. Dünyamızın yaşı U235 ve U238 izotoplarının radyoaktivitelerinin oranları ile 4,6 milyar yaş arasında olduğu doğrulanıyordu.
Dünyamız evrenden yaşlı olamazdı. 1930’larda hesaplanan, her bir milyon ışık yılı için 170 Km lik Hubble sabitinin çok daha büyük olması gerektiği idi. Çünkü bu sabite göre evrenin yaşı iki milyar yıl çıkıyordu. 1950’lerde, Samanyolu dışında kalan uzaklıklar için 10 kat
olarak alınması ile bu çelişki de çözülmüş(!) oluyordu.
Kırmızıya kayma izlencesinde yanılgıya sebep onun “Doopler” etkisiyle açıklamaya çalışılmasından kaynaklı yanlış değerlendirilmiş olmasıdır. Dalga veya foton tanelerinin boyutlarının gözlemci hareketinden etkilendiği sanılmaktadır. Oysaki kaynağın veya
gözlemcinin hızı ışık hızıyla toplanmamaktadır. Işık, uzaydaki seyahati esnasında Sigma’nın (Higgs’in) sağladığı standart hızda seyahat etmektedir. Dalga boyu veya görünür ışığa ait foton tanelerini boyutları bu esnada değişmezdir.
Evrenin genişliyor olması gökadaların birbirinden uzaklaşıyor fikrini doğurmaktadır. Gerçekteyse bunların zıddı bir durum işlemektedir. Atomların küçülmesi, herkesi ters köşe yapmaktadır.
Kırmızıya kayma izlencesi uzaklaşan ışık kaynağını ifade etmeyeceğini fark etmemiz gerekiyor. Eşit uzaklıktaki ışık kaynaklarından alınan ışımalarda farklı kırmızıya kayma oranları tespit edilmiştir. Öyle ki kırmızıya kayma oranları bazen yüzde sekseni bulabilmektedir. Oranların değişken olması, küçülmenin uzaklaşmadan farklı bir etkeni işaret etmektedir.
Proton çapının küçülmesi, yaşlanmayla orantılıdır ve buna bağlı olarak fotonların çaplarının küçülmesi anlamını taşır. Tabi burada fotonların nasıl üretildiği ile ilgili geçerli bir tanım bulunmaması yüzünden ortaya atılan kırmızıya kayma açıklamaları doğru kabul edilmekteydi.
Foton, protonun tulum çıkarmasıdır. Protondaki enerji taşması sonucunda protonla aynı çapa sahip kedi merdiveni denilen helezonuna benzer foton saçılır. Uzaklardan gelen üretim tarihleri eski fotonların çapları, şimdiki zamana göre büyük yani kırmızıya kayan
renk verecektir.
Uzak mesafelerdeki gök adalardan birinde canlılar yaşıyor olsaydı ve biz bu canlıları izleyebiliyor olsaydık onların geçmişteki hallerini seyrediyor olacaktık. Geçmişte oluşan görüntü kareleri bize anca şimdi gelmektedir. Bu görüntü karelerinin yolda değişmeyeceğini
biliyoruz. Onlar adeta bir seri çekim fotoğraflar gibi art arda gelirler. Fakat anlaşılacağı üzere resimler geçmişe ait dalga boylarına sahip olduklarından hepsi daha uzun dalga boyuna sahip halleriyle gözükmektedirler. Eğer tayf üzerinde bir kademe kaymış iseler mavi renklerin yeşile ve biraz daha uzaktaysalar gecikme daha fazla olacağı için iki kademe kayma yani maviler kırmızıya dönüştüğü izlenecektir.
Bir başka önemli ayrıntı, big bang teorisinin devamı olarak lanse edilen genişleyen evren sanrısının, tersine işletilemez olmasıdır. Geri oynatılan film gibi kurgulandığında, küçülen evren tekilliğe ulaşılıyor gözükse de, gerçekte küçüldükçe artan sıcaklık sebebiyle genleşen atom çapları sayesinde bir açmaz (paradoks) oluşturur. Evren büyümediği gibi küçülerek de tekilliğe ulaşamaz. Bir ölçekte ve denge durumundadır. Tüm gökadalar bir lokasyonda dönerken dairesel görüntü yerine, küçülmelerinin tesiri ile gökada merkezine doğru sarmal oluştururlar. Sarmal şekil atomik küçülmenin, devasa ölçeklerde bir görüntü oluşturmasıdır. Büyüyen evren teorisine göre tekillikten ya da bir patlamayı müteakiben büyüyen evrende gökadalar da büyüyor olmalıdır. Film tersine işletildiğinde küçülme oluyorsa, düz işleyen sistemde gökadaların çaplarının da büyümesi bir gerekliliktir. Lakin çapı büyüyen bir gökada sarmal görüntüsü vermez. Merkezkaç kuvvetlerinin hakim olacağı büyümenin oluşturacağı görüntü, yıldız şeklinde olacaktı.
Evrende sadece A ve B isimli iki küre olsaydı ve A nın çapı küçülürken durumu değerlendirmemiz birkaç değişik şekilde olabilirdi.
1- A sabit B büyümektedir,
2- B sabit A küçülmektedir,
3- A, B den uzaklaşıyor,
4- B, A ya yaklaşıyor,
Önermelerinin hepsi doğru gözükmesine rağmen sadece birisi doğru olma durumundadır. Doğru olan önermeyi küreleri izleyerek yapamıyoruz, yapsak bile bu sadece varsayımsal bir kabul olurdu. İşte başka değişkenleri izleyip yorumlamamızın sebebi,
Kırmızıya kayma olayı ve Big Bang’in geriye işletilmesi ile verilmiş hüküm ve kabul edilmiş varsayımların yanlışlığını ispatlamak yerine gerçekte gelişen olayı görünür yapmaktır. Bütün bulgular A küresinin küçüldüğünü işaret ederken, sırf gözlemci A küresi üzerinde bulunduğu için A nın sabit kabul edilmesinin fiziksel ölçme hatalarına sebep olduğudur.
Sonuç olarak biz küçülürken aynı anda bütün gök adalar küçülmektedir. Bu küçülme bizim zaman algımıza göre çok ağır seyredin bir süreçtir. Hemen yanı başımızda yer alan gökadalara bakarak küçülmeyi anlamamış olmamızın iki sebebi vardır. İlki, ışıklarındaki
kırmızıya kayma miktarı ölçümlenebilecek miktarı sağlayacak uzaklıkta olmamalarıdır.
İkincisi ise, yaş itibarı ile akran olduğumuzdan dolayı yaklaşık eş küçülme hızına sahip olmamızdır. Birbiriyle akran olan yakın gökadalar haricindeki gök adaların birçoğunun ışıkları farklı oranlarda kırmızıya kayma vardır.
(Yavuz ÖZMEN; Nisan 2001 İstanbul)
Moderatör tarafında düzenlendi: